Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

TAŞINMA TELAŞI

Seda o sabah gözlerini yeni bir güne açtığında kendisini bekleyen ne çok işi olduğunu hatırladı. Zaten bir gece önce de bir türlü bitiremediği için geç yatmıştı. Yorganı kafasına çekip uyumaya devam etmek istiyordu. Ancak bir türlü bitiremediği onca iş onu bekliyordu. Kolilenmeyi bekleyen bardaklar, toparlanması gereken dolaplar, artık kullanmadığı veya işine yaramadığı için ayrıştırılmayı bekleyen eşyalar, kapatılmayı bekleyen üst üste koliler. Sanki her şey üstüne üstüne geliyor gibiydi. Oysa bir haftadır evi toparlamakla uğraşıyordu ama bir arpa boyu yol alamamıştı. Ahmet’in yeni işinin konumu dolayısıyla evlendiklerinden beri oturdukları evlerinden taşınacaklardı.   Seda, evlenmeden önce ailesiyle hep aynı evde oturdukları için daha önce hiç taşınma süreci yaşamamıştı. Şimdi ilk kez kendi evinin taşınma hazırlığını yapıyordu. Eşi Ahmet o sabah evden çıkarken ‘’Canım, nakliye firması ile konuştum. Pazartesi günü için anlaştık.” Ahmet, taşınma için aradığı nakliye firmasını b...

Füsun ve İmkan Yanılgısı

  Dışarıda lapa lapa kar yağıyordu. Bahçe usulca renklerini beyaza bırakmıştı. Nadir görüntülerden biri yaşanıyordu. Yerler, ağaçlar ve tepeler beyaza boyanmıştı.    Bahçedeki elma ağacının dalları karın ağırlığı ile iyice eğilmişti. Eğilen dallar ile    çizilen resim biraz daha estetik kazanıyordu. Uzaktan gelen cıvıl cıvıl çocuk sesleri sokağa neşe katıyordu.   Ayten hanım pencerenin önüne oturmuş, bir yandan yağan karı izliyor, bir yandan da radyoda çalan eski şarkının eşliğinde eskilere dalıyordu. ‘Ey gidi günler ey… Ne güzeldi o günler…” diye kendi kendine mırıldanırken içeriden gelen sesle birden sıçradı. Sanki bir anda evin ortasına bir bomba düşmüştü.    “Sabah sabah ne bu gürültü?    Uyutmadınız insanı!” bu ses Ayten hanımın kızı Füsuna aitti.   Füsun yirmili yaşında, yeni üniversiteden mezun olmuş, ailesinin imkanları ile büyümüş bir genç kızdı. Ayten hanım, kızını büyütürken, her şeye kolay sahip olmasını istemese de baba...

Mirasla Gelen Çözüm

Sibel kısa boylu, gözleri kahve renginde, açık tenli minyon bir hanımdı. Boyunu aşan işlere girerdi hep. O yüzden ailenin minik karıncasıydı. Bir karıca gibi hızlı ve çaba gösterirdi. Herkesin dar gününde yanında olan bedeni minik, yüreği kocaman bir insandı. Sibel, büyük bir ailenin ortanca kızıydı. Çocukluğundan beri yakınlarının hep “arabulucu” insanı olmuş ve sorunların arasında ezilmeden çözüm yolları bulmaya çalışmıştı. Ancak bu “sınır tanımayan” yapısı, kendi yaşamında derin yaralar açmıştı. Ailesinde herkesin bir rolü vardı. Bizim Sibel’in rolü ise sürekli değişirdi. Bir gün annesiyle ilgilenir, ertesi gün abisinin işine koşardı. Kendine ait sınırları yok gibiydi; ne “hayır” diyebilirdi ne de kendini geri çekebilirdi. Hayır diyemedikçe koştuğu konular boyundan öte uzadıkça uzuyordu. Ailede herkesin imtiyazları vardı. Abisi “en büyüğüm” diyerek söz sahibi olurdu. Ablası “kadın olmanın ağırlığını” bahane ederdi. Sibel ise ne küçük kardeşin getirdiği şımarıklığı ne de büyük ka...

Kitap Severler Kulubü

Elif, sabahın ilk ışıklarıyla güne enerjik bir şekilde başlamıştı. Akşamdan gününü planlamış, bugün arkadaşı Sare ile buluşacak olmanın heyecanını yaşıyordu. Kitapçıları gezmek Elif için ayrı bir mutluluktu. Saatlerce rafların arasında dolaşıp yeni çıkan kitapları incelemekten büyük keyif alırdı. O gün, Sare ile şehrin birçok semtinde şubesi olan büyük bir kitapçıya girdiler. İkisi de kitapların arasında kendilerini adeta başka bir dünyada gibi hissediyordu. Okuma sevgileri ortak noktalarıydı. Elif sık sık "Neden insanlar kitap okumuyor?" diye hayıflanırdı. Elif’in evinde büyük bir kütüphane vardı. Sare ile en güzel ortak yanları, kitap sevgilerinin güçlü olmasıydı. Okudukları kitapları birbirleriyle değiş-tokuş yaparlardı. Her bir kitaptan neler öğrendiklerini ve kendilerine neler kattığını uzun uzun konuşurlardı. Ayrıca "Kitap Severler" adını verdikleri bir kulüpleri de vardı. Burada, kendileri gibi kitap tutkunu arkadaşlarıyla ayda bir akşam buluşurlardı. Okudukl...

Sabah Yürüyüşü Notları: Eğitim okul da mı başlar?

  Bir sabah yürüyüşünde İnsan bazen bir manzarayı değil, bir toplumsal fotoğrafı seyreder yürürken. Dün sabah yürüyüşümde karşılaştığım bir sahne, bana küçük davranışların büyük etkisini hatırlattı. Gün aydınlanmak üzereydi. Yerlerde çiğ ve havada nefis bir koku vardı.   Sokaklar hafif hafif hareketleniyordu. Sabah yürüyüşlerimle yeni evimizin mahallesinde hem geldiğimiz yeni çevreyi tanıyor hem de sporumu yapıyordum. Henüz tanımadığım sokaklar, yeni köşeler, farklı evler vardı bolca. Sokağın köşesinden döndüğümde mahalledeki okulun önüne geldim. Okul Kapısında Araçlar kapının önünde sıraya dizilmişti. Veliler direksiyon başında, gözleri telefonda ya da boşlukta.   Fabrikada bant sistemi gibi bahçe kapısına yakınlaşıp, çocuğunu indiriyordu. Arka arabadakiler sıranın onlara gelmesini bekliyor ve tam kapının önüne gelince duruyorlardı. Az geride indirseler çocukları sanki polis ceza kesecekti. Her şey o kadar mekanik, o kadar alışılmıştı ki…         ...

Anadolu'nun ATOM KARINCASI

Yetiş Yakup.. Ufak tefek, sarışın, neşesi tebessümünden gözlerine akan bir delikanlıydı Yakup. Ergenlik döneminde babasıyla birlikte çalışmaya başlamıştı. Babası binalarda cam-çerçeve işi yaparken Yakup yardım etmeye çalışıyordu. İlk zamanlar keyif almış olsa da yaşı ilerledikçe ağır gelmeye başlamış, kaslarında zedelenmeler oluşmuştu. Baba yadigarı olan işi değiştirmesi gerekiyordu anlaşılan düşüncesiyle harekete geçti. Yakup, oldukça çalışkan ve meraklı idi. Çeşitli iş konularında kazanımları da vardı. Bu özelliğinden dolayı amcasının tekstil atölyesinde deneyim kazanmıştı. Kısa sürede iş bulmuştu. Fakat önceki deneyimlerinden farklı bir sektör olan reklam atölyesinde çay ocağı sorumluluğunu aldı. Daha önce yaptığı işlerdeki azmi, merakı uyum becerisini geliştirmişti. Yeni işinde, çalışma arkadaşları tarafından samimiyetinden dolayı sevilmeye de başlamıştı. Çünkü kendisine verilen sorumluluk haricinde iş arkadaşlarına da yardım ediyordu. Neredeyse her işe koşuyordu Yakup. Bilmedi...

Bekle Beni İlk İş Günü

Mehtap hiç uyuyamadığı gecesinden uyanmıştı ama yatak keyfi yapıyordu. Sabahın ilk ışıkları pencerenin ince tülünden odanın içine usulca sızıyordu. Çınar ağacını mesken bilmiş kuşların sabah selamlaşması kulaklara şenlik veriyordu. Henüz açmış manolya çiçeği, sabah esintisiyle kokusunu cömertçe salıyordu etrafına. Bu koku Mehtap’ın içini huzurla doldurup umudunu arttırıyordu. “Ne güzel bir karşılama,” ilk iş günümde bana huzur ve cesaret veren bir eşlikçi gibi…”diye düşündü. Yeni günün telaşı, odasına taze bir heyecan getirmişti.   Bir anda çalar saatin sesiyle düşüncelerinden sıyrıldı. Hızla yatağından kalktı ve ayağına yumuşacık terliklerini geçirdi. Aynanın önünde bir an durdu. Yüzündeki telaş ve heyecanın işaretlerini görünce tebessüm etti kendine. Yüzünü yıkarken tekrar aynadaki yansımasına bir bakış attı. “Güzellik hazır mısın?” diye mırıldandı. Günün ona neler getireceğini hayal ederken kalbi hızlı hızlı atmaya başladı. Bir iki derin nefes çekti. Ve “Evetttttt hazırım, kim...

Çalış, Tüket, Tekrarla

Alarm çalıyor, sabahın ilk ışıklarından önce uyanıyorum. Daha gözlerimi tam açamadan, elimde spor çantasıyla kapıya fırlıyorum. Spor salonuna gidiyorum; herkes koşu bandında aynı tempoda… Sanki gizli bir maraton var ama kimse birinciyi bilmiyor. Bir saat boyunca ter döküyorum, motive görünüyorum ama aslında zihnim çoktan plazanın toplantı odalarına hazırlanıyor. Dört kişilik işi tek başıma yapıyor, yüksek rakamlı maaşlar alıyorum ve buna “kurumsal hayat” diyorum. Sonra plazanın bilmem kaçıncı katındaki ofise çıkıyorum. Manzara şahane! Ama camları açılmayan bir odada, şehrin havasını bile içime çekemiyorum. Akvaryumdaki balık gibi sıkışıp kalıyorum. Elimde yeni çekilmiş kahvemle etrafı selamlıyor, bir iki sohbet eşliğinde güne başlıyorum. Ajandamda boş gün yok. Her sabah yetmezmiş gibi, her akşam da bir yere yetişiyorum. Sabah işe, iş çıkışı da dinlenmek için değil, gün içinde dağılan kafamı iyice dağıtmak için başka programlara koşuyorum. Ya aslında kafamı dağıtmaktan çok, toplamaya ih...

AYLİN'İN ARABA SEVDASI; İSTEK Mİ? İHTİYAÇ MI?

Aylin, o sabah güneş odasının perdesinin arasından   içeri sızarken uyandı.   Kararını çoktan vermişti. Yıllardır hayalini kurduğu arabayı artık alacaktı. Vişne kırmızısı, yerden biraz yüksek, konforlu bir araba… Onu düşündükçe yüzüne bir gülümseme yayılıyor, içi umutla doluyordu. Kendi arabası olursa sabah işe giderken servise yetişme telaşı olmayacak, toplu taşımanın kalabalığı geride kalacaktı. Akşam arkadaşlarıyla buluştuğunda kimseye minnet etmeden istediği yere gidebilecekti. Ona göre araba özgürlüğün kapısını sonuna kadar açacak bir anahtardı. Fakat ortada önemli bir sorun vardı. Bu araba, Aylin’in maaşının çok üstündeydi; hayalini süsleyen aracın yanına bile yaklaşamıyordu. İş hayatına başlayalı henüz iki yıl olmuştu ve iş güvencesi bile yoktu. Ailesinden destek alması da mümkün değildi. Ama hayalleri büyüktü ve çözümü birilerine borçlanmakta görüyordu. Aylin’e göre bu küçük bir riskti; yeter ki o kırmızı hayaller ine kavuşabilsin.   Gerçeklerle Yüzleşmek ...

HAYELLER, GERÇEKLER, YENİDEN BAŞLAMAK

Bir gün güzel bir gelin olup sevdiği insanla mutlu bir yuva kurmak herkes gibi Zeynep’in de hayaliydi. Hayal ettiği gelinliği milyonlarca kez giymiş ve düğününde dans etmişti.  Nihayet o gün gelmişti.  En yakın arkadaşıyla evlenmenin heyecanı içindeydi. Düğün hazırlıkları hızla sürerken, sıra gelinlik seçmeye geldi. Nişanlısıyla birlikte şehrin en şık gelinlik mağazasına girdiler. Mert, “Hangisini istersen seç,” dedi. Zeynep, kendisine en çok yakışanı bulmaya çalışıyordu. Tek tek tüm gelinlikleri denedi. Sonunda, üst kısmı zarifçe vücudunu saran, altı geniş ve kloş, uzun kuyruklu, dantelli bir gelinlik seçti. İçini kaplayan mutlulukla, hayatının hep bu güzellikte geçmesini diliyordu içinden… "Hayallerim Gerçek Oldu" Derken... Ama gerçekler böyle değildi. Hayatın gerçeklerini fark etmesi bir yılını almıştı. Sonsuza kadar süreceğini zannettiği mutluluğu çok kısa sürmüştü. Hayal ettiği hayattan bambaşka bir hayat onu bekliyormuş aslında. Kendisi mühendis olmasına rağmen iş...

HAYAT BAZEN ZORDUR

Bir yaz günüydü Bünyamin gelecekteki eşi Ezgi’yle karşılaştığında. İkisi de bundan habersiz ortak bir arkadaşlarının doğum gününde tanışmıştı. Başta çok iyi anlaşamamışlardı ancak birbiryleriyle ala- kalı merak ettikleri şey çok fazlaydı. Yüzeysel bakıldığında birbir-lerine benzemiyor gibi görünseler de detayda uyumluydular. Ve pek de tesadüfi değil ki iki yıl sonra yine tanıştıkları yaz günü dünya evine girmişlerdi. Bünyamin evlenmeyi yuva kurmayı çok isteyen bir genç adamdı. Ezgi’yle zıtlıklarından gelen uyum onu hep çok heyecanlandırmıştı. Onunla evlenmek Bünyamin için hayatında eksik olan heyecanı ve neşeyi getirecekti. Nitekim öyle de oldu. Birlikte geçen çok güzel bir üç yılın ardından bir bebek bekliyorlardı. Bünyamin hayatındaki her şeyin gerçek olamayacak kadar güzel olduğunu düşünüyordu. Oysa yine bir yaz günü işten kovulana dek… Bünyamin küçük çaplı bir patron şirketinin iç satışında Sezgin ile çalışıyordu. Sezgin ağzı iyi laf yapan çevresi geniş biriydi. 4 yıldır aynı eki...