Ana içeriğe atla

Füsun ve İmkan Yanılgısı

 Dışarıda lapa lapa kar yağıyordu. Bahçe usulca renklerini beyaza bırakmıştı. Nadir görüntülerden biri yaşanıyordu.

Yerler, ağaçlar ve tepeler beyaza boyanmıştı.  Bahçedeki elma ağacının dalları karın ağırlığı ile iyice eğilmişti. Eğilen dallar ile  çizilen resim biraz daha estetik kazanıyordu. Uzaktan gelen cıvıl cıvıl çocuk sesleri sokağa neşe katıyordu. 

Ayten hanım pencerenin önüne oturmuş, bir yandan yağan karı izliyor, bir yandan da radyoda çalan eski şarkının eşliğinde eskilere dalıyordu. ‘Ey gidi günler ey… Ne güzeldi o günler…” diye kendi kendine mırıldanırken içeriden gelen sesle birden sıçradı.

Sanki bir anda evin ortasına bir bomba düşmüştü.  “Sabah sabah ne bu gürültü?  Uyutmadınız insanı!” bu ses Ayten hanımın kızı Füsuna aitti. Füsun yirmili yaşında, yeni üniversiteden mezun olmuş, ailesinin imkanları ile büyümüş bir genç kızdı. Ayten hanım, kızını büyütürken, her şeye kolay sahip olmasını istemese de babası buna izin vermemişti. “Yıllardır kız çocuğumuz olsun istedik, şimdi benim kızım ne isterse yaparım” deyip.  Eşinin söylediklerini hiç dikkate almıyordu.

                                              

Füsun, okulundan mezun olduktan sonrada hiç iş arama telaşına girmemişti. Onun yerine babası iş arayıp, güzel bir işe yerleştirmişti kızını. Üstüne bir de kızım işe gidip gelirken yorulmasın.” Diye  birde araba almıştı. Füsun da bunları “şans ayağıma geldi.” Deyip fırsat gibi görüyordu. Kendine sunulan bu imkanlarla da bütün arkadaşlarına hava atıyordu. Bunların onun başarıları ile ilgili hiç bir ilişkisi olmadığını düşünmeden.

Ayten Hanım’ın geçmişten gelen birçok deneyimi vardı. O yüzden kızının b
u durumu onu tedirgin ediyordu. Eşi ile konuşmaya karar vermişti. Akşam yemeğinden sonra, Füsun her zamanki gibi odasına çekilmişti. Ayten Hanım kahveleri yapıp gelmişti eşinin yanına. Bir yudum kahvesinden yudumlayıp “Bak bey” dedi “Ahmet’in ne hale geldiğini biliyorsun. Hep babamın desteğine güvendi ve yeteri kadar hiç çalışmadı. O yüzden marifet de kazanamadı. Bu yüzden de her zaman
  birilerine muhtaç yaşadı. O zamanlar sende kızıyordun bana ‘’ Bu çocuğu siz bu duruma getirdiniz” diye.  Şimdi ne değişti?”  Eşi söylediklerine hiç aldırış etmedi. “Aman hanım Füsunla Ahmet bir mi? Kıyasladığın şeye bak.” Demekle yetindi. 

Oysa Ayten Hanım biliyordu. “Her sebep aynı sonucu doğuruyordu.”  insan duygularının yoğun olduğu yerde bunu göremiyordu. 

Ayten hanım bunun bir fırsat olmadığını ve ileride daha büyük sıkıntılara sebep olacağını biliyordu ve çok üzülüyordu. Kızı için üzülse de, bunu onlara nasıl anlatacağını bilmiyordu. Söylese de bunu anlayacak durumda değillerdi.

Bir gün Füsun kapıdan  heyecanla ”ben evleniyorum” diye girdi.  Bir süredir görüştüğü Burak ile evlenme kararı almışlardı. Burak ona güzel, pahalı hediyeler alıyor, lüks restoranlara götürüyor, her istediğini yapıyordu. Kalbinde kelebekler uçuşuyordu ve çok mutluydu. 

Çok kısa sürede tüm hazırlıkları yapıp evlendiler. Evliliğinin ilk iki yılı masal gibi geçmişti. Ancak zaman geçtikçe fırsat gibi gördüğü şeyler onu mutlu etmemeye başlamıştı.  Artık avantaj gibi gördüğü şeyler dezavantaja dönüyordu bir bir. 

Eşi artık eskisi gibi onunla ilgilenmiyor, en ufak şeyden şikayet ediyordu. Bunlar yetmiyormuş gibi işyerinde de işler arap saçına dönmüştü. Füsun, bugüne kadar kendi sorunlarına  çözüm aramadığı  için ne yapacağını bilemiyor ve en küçük problem karşısında çaresiz kalıyordu. Çaresiz kaldıkça çözüm arıyor ve bulmak için çırpınıyordu. Bu sıkıntıları yaşadıkça, yıllar içinde ne kadar az şeyin çözümü ile ilgilendiğini fark etti. Böylece, yıllar sonra annesinin ne kadar da  haklı olduğunu anlamıştı. Fakat geçen zamanı geriye getiremiyordu. 

Keşke ilk söylenenler ilk söylendiğinde anlaşılabilseydi.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sadakat mi? Açık İlişki mi?

  Hiçbir şey açıkta ve açık bırakılmamışken, Bir badem tanesi üzerinde kaç kat var onu koruyan biliyor musun? Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Minik bir badem tanesi yedi kat ile sarılmış, neden acaba? Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Bezelyeler bir salkım içerisinde ve üzeri yedi kat fermuarla kapatılmış şekilde büyüyor, Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, İnsan vücudu baştan sona deri ile kaplı, gözlerinde kapakları var… Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Tüm ağaçların kökleri saklı ve tüm gövdeler kabuklar ile kapanmış… Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Portakal yemişsindir, meyveye ulaşana kadar kaç katmandan geçtin, değil mi? Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Ne tesadüf ki Mandalina da öyle, limon da hatta şimdi aklına düşen diğerleri de… Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Her şey böyle olunca, insan da çoğu şeyi öyle yapmış, belki bilerek belki bilmeyerek… Kitap yapar ona kapak ekler, defter yapar kapak ekler, bir şey üretir onu bir kutuya...

İNSAN KENDİNE AYNA TUTARMIŞ MEĞER

  Bir yandan hazırlanıyor bir yandan da söyleniyordu. “Dönem bitmeden hoca mı değişirmiş canım?” dedi öfkeyle. Küçücük çocuk bunlar zaten okula zor uyum sağladılar. Bir de şimdi yeni öğretmene alışmaya çalışacaklar. Ama çaresiz durumu kabul etti. Gidip görelim bakalım yeni öğretmeni belki eskisinden iyidir. Ama ne demişler? “Gelen gideni aratır.” Kafasında deli sorular ile okulun yolunu tuttu.   Bu yıl üçüncü sınıfa geçmişti Melek. Annesinin bütün planları ona göre yapılırdı. Her şey onun etrafında dönerdi. Kıymetlisiydi tüm ailenin. Bir dediği iki edilmezdi.    Yazın sıcak oluyor diye salonun ortasına şişme havuz bile kurmuştu annesi. “Yeter ki o mutlu olsun” derdi. Tırnağına taş değse yeri göğü inletirdi. Sınıfa girer girmez yeni gelen öğretmene kendisini tanıttı. Gayet sevimli güler yüzlü tavırları vardı. Fakat kısa zamanda öğretmen hanım gerçeği anlamıştı. Güler yüzün arkasındaki niyeti, evdeki gibi sınıftaki hâkimiyetini kaybetmemek içindi. Annesi; Melek...

İLİŞKİLER KONUŞARAK NEDEN DÜZELMEZ?

  Yatağını topladı, Açtığı pencerenin perdesini düzeltti. Geceden ütülemiş olduğu giysileri dolaplara yerleştirmeye başlamıştı ki yine bitişik daireden sesler yükselmeye başladı. Duymamak için odayı terk etmek istedi ama elindeki işi de yarım bırakmak istemedi Canan. Yetişmesi gereken semineri vardı ve zaten yine bu odada hazırlanmak zorundaydı. Oturdukları dairenin yatak odası komşusunun geniş bir yaşam alanına sahip olan mutfağı ile bitişikti. Henüz iki buçuk yıl olmuştu bu apartmana taşınalı ve bu sesler artık ona hiç yabancı gelmemeye başlamıştı.  “Bu yine iyi halleri… Ah ah hiçbir tartışmadan sonuç çıkmaz diye anlatıyorum seminerlerde ama şu şahit olduğum şeylere bak. Şahit deyince de ben neden şahit oldum acaba bu duruma? Bir işaret midir? Gerçekten de düşünen insan için irdelenecek ne çok şey var.’’ diye geçirdi içinden.   İlk taşındıklarında gecesi gündüzü belli olmayan bir erkek sesi ile aniden uyanıyordu. Sürekli çocuklarına seslenen, zaman zaman ağır küfür...