Deneyimsel Tasarım Öğretisi - DTÖ Nedir?
Deneyimsel Tasarım Öğretisi, gerçeklikle beslenen bir strateji ilmidir.
Deneyimsel Tasarım Öğretisi; insanın gerçek amacını amaç edinmiştir…
Kim Kimdir ile başlayan, İlişkilerde Ustalık ve Başarı Psikolojisi seminerleriyle devam eden programları; insanların kendi dünlerine göre daha mutlu ve daha başarılı olmalarına katkı sağlar.
Neden Deneyimsel Tasarım Öğretisi?
Sunduğu stratejilerle insanların dününden daha başarılı, daha mutlu olmalarına destek olur. Tutarlı, Anlaşılabilir, Uygulanabilir, Faydalı özelliklerde olan bilgileri paylaşır.
İnsanın bugün ne olduğuyla değil; dününe göre bugün nerede olduğuyla ilgilenir. Kimseyi başkalarıyla kıyaslamaz.
DTÖ Seminerler
Deneyimsel Tasarım Öğretisi; Kim Kimdir?,
İlişkilerde Ustalık, Başarı Psikolojisi,
Sakınmada Ustalık programlarıyla,
kurumsal ve bireylere özel, özel sektörün ihtiyacına yönelik ve toplumsal kalkınmaya destek amacıyla seminer programları düzenlemektedir.
Deneyimsel Bilgi Nedir?
İnsanları mutluluğa ve de mutsuzluğa götüren ortak davranışları, başarılı olanları başarıya götüren ve aynı zamanda başarısını engelleyen ortak davranışları gerçek öykü ve kişilerle incelenir.
Tekrar ederek aynı sonuçlara giden davranışlar tespit edilir. Sebep ve sonuç ilişkisi emin olunacak seviyeye geldiğinde deneyimsel olarak kabul edilir. Test edildikten sonra aktarılır.
Deneyimsel Tasarım Öğretisi Seminerleri Nedir?
Deneyimsel Tasarım Öğretisi Seminerleri, tutarlılık testinden geçmiş olan deneyimleri paylaşarak, kişinin hedeflerine ulaşabilmesi için belirleyeceği yol haritasını tasarlamasına destek olur.
Deneyimsel Tasarım Öğretisi Seminerlerindeki bilgileri öğrendikçe; Farkındalığımızı nasıl arttırabiliriz?, Bu hayatta bizi daha iyiye götürebilecek hedeflerimize nasıl ulaşabiliriz?, Dünümüzden daha mutlu ve daha başarılı olmanın yolları neler? vb pekçok sorunun cevaplarını bulabileceksiniz.
Deneyimsel Öğreti ve Bilinç
Deneyimsel Öğreti ve Bilinç, bireyin yaşadığı olaylardan öğrenerek farkındalık kazanmasını ve kendi içsel rehberliğini geliştirmesini sağlayan bir yaklaşımdır. Deneyimsel bilgi, sadece teorik değil, doğrudan yaşantı yoluyla öğrenilen bir anlayışı temsil eder. Bu öğretide kişi yalnızca bilgiye ulaşmaz; aynı zamanda kendini tanıma, dönüştürme ve yön bulma becerisi geliştirir.
Deneyimsel bilginin özellikleri nelerdir?
✅ Yaşanmışlık temellidir, teoriden çok pratiğe dayanır.
✅ Kişisel içgörü ve farkındalık oluşturur.
✅ Evrensel değil, bireysel süreçlerle şekillenir.
✅ Tekrarlandıkça güçlenir, bilinç düzeyini artırır.
✅ Duygusal hafıza ile bağlantılıdır; bilgi sadece akılda değil, duyguda da yer eder.
Dtö Seminer Blog Yazıları
Kayıtlar
Kahve rengi saçları, gözleri ile aynı tonda olan bir gençti Alper. Saçları kıvırcıktı. Bu onu daha da sevimli gösteriyordu. Annesinin bir tanecik oğluydu. Onu sarıp sarmalamayı, yedirip içirmeyi görev edinmişti. Annesi, boyu uzasın diye beslenmesinde dikkat eder, özellikle yoğurt, peynir tüketsin diye uğraşırdı. Ama Alper peynirin kokusuna dahi dayanamazdı. Yıllar içinde dayanamadıklarına yoğurt, sirke, turşu, limonu bol salatalar da eklenmişti. Sabah kahvaltısında o gün gördükleri ile yüzü hemen ekşidi. “Hayatta yenmez bu! İğrenç!”. Kahvaltıdan bir şey yemeden kalktı. Pilot okulu seçmelerine çok az zaman kalmıştı. Akademik olarak gayet iyiydi. Fakat boyu tam sınırdaydı. Ya sadece boy nedeniyle okula kabul edilmezse ne yapacaktı? Kuzeni Nazlı’ nın derdi bambaşkaydı. Acaba gerçekten gereksiz endişelerle hayatı kendine zorlaştırıyor muydu? Köpekten o kadar korktuğu için sabah yürüyüşüne çıkamıyordu. Denizi çok seviyor ama kafasını suya sokmaktan korktuğu için arkadaşları gi...
Yaz gelmiş, İstanbul’da nem kendini göstermeye başlamıştı. Hülya bir taraftan evini toparlıyor, bir taraftan da alnından şakaklarına akan terleri siliyordu. Kendi gibi zihni de telaşlıydı. Kurban Bayramı için ne yapacağını düşünüyordu. Bir an durup, lacivert ve vizon döşediği evini keyifle süzdü. Evet, her şey yerli yerindeydi. Peki hayatındaki her şey de yerli yerinde miydi? Öyle düşünceye dalmıştı ki telefonun sesiyle irkildi. Arayan babası Ali beydi. Kızıyla hâl hatır ettikten sonra bayram için ne yapacaklarını sordu. Hülya henüz karar vermediklerini, ama Bodrum ya da Silivri’de olacaklarını söyledi. Ali bey; - Biz annenle Silivri’ye geçeceğiz. Keşke siz de bizimle olsanız. Eski günlerde ki gibi ailece bayram yapsak. Yavrum biz bugün varız, yarın yokuz. Annenin de aklı gidip geliyor. Birlikte vakit geçirsek olmaz mı? Hülya telefonu kapatırken iyice kafası karıştı. Yaşlandıklarını ve kendilerine ihtiyaçları olduğunu düşündü. Al...
Tülin yirmili yaşlarda evliliğe adım atmış; sevdiği adamla bir yuva kurmuştu. Zamanla iki çocuk annesi olmuştu. Evliliklerinin ilk yılından itibaren eşi Murat'a iş yerinde yardımcı oluyordu. Pastane şefi olan Murat bir butik pasta dükkânı açmış ve henüz çok yeni olduğu için yanına bir yardımcı almaya gücü yetmiyordu. Tülin bir yandan çocuklarının güzel yetişmesi için uğraşıyor bir yandan da dükkânda eşinin yükünü paylaşıyordu. İlk zamanlar her şey yolundaydı. Ama Tülin hayat koşturmacasında genç yaşına rağmen biraz yorulmuştu. Sabahları güneşten önce uyanıyordu. Dükkân eve yürüme mesafesindeydi. Eşi ile hemen pişecek ürünleri hazırlıyordu. Sonra eve gidip çocuklarına kahvaltı hazırlayıp; onları okula bırakıyordu. Evde akşam yemeğini hazırlayıp tekrar dükkâna gidiyordu. Tülin’in neredeyse her günü böyleydi. Özel günlerde dükkâna gelen yoğun siparişlerde ise evde çok az vakit geçirirdi. Tülin dükkânda eşine mutfakta yardım ettiği gibi; kasada sipariş almada da yardımcı o...
Her ailenin kendine has bir tarihi vardır. Bu tarih, sadece doğum ve ölüm kayıtlarından ibaret değildir. Aile, aynı zamanda bilgi ve deneyim hazinesi demektir. Her birey, önceki nesillerin tecrübelerini öğrenir. Bu bilgileri, bir miras gibi aktarılır. Bu öykü, ailemizde nesiller boyu süregelen deneyimlerin, bir çocuğun hayatını nasıl şekillendirdiğinin hikayesidir. Büyükbabam Hüseyin, yoksul bir köyde büyümüştü. İlkokulu bitirdikten sonra, ekonomik zorluklar nedeniyle okumaya devam edememişti. Ancak bu onun öğrenmeye olan sevgisini hiç söndürmedi. Zanaatkâr bir babanın oğlu olarak, genç yaşta marangozluğa başladı. Ahşaba şekil vermenin inceliklerini öğrenirken, sabır ve disiplinin hayatındaki en değerli erdemler olduğunu fark etti. Bana, “Evladım, işin ne olursa olsun, eğer severek yapmazsan, başarılı olamazsın!” diyerek verdiği öğüt, hala kulaklarımda çınlıyor. Onun sadece marangozluk becerilerinden ibaret olmayan, soyut hassasiyetleri de vardı. İnsan ilişkilerindek...
Elif, güzel mi güzel bir genç kız olmuştu. Anne ve babasının tek kızı olması nedeniyle ailesi onu prensesler gibi yetiştirmişti. Küçüklüğünden beri ne isterse yapılmış bir dediği iki edilmemişti. İlk gülümsemesi, ilk ses çıkarması, ilk adımı, ilk diş çıkarması... Hepsinin hatırası abartılı partilerle doluydu. Bugüne kadar her istediği, her hayal ettiği olmuştu. Ailesinin bebeklerini neredeyse pamuklara sarıp fanuslarda büyütmesinin sebebi uzun süre çocuklarının olmayışıydı. Ailesi evlendiğinde otuzlu yaşlardaydı ve hemen bebek sahibi olmak istemişti. Ama hayat onlara istedikleri bebeği on yıl sonra verdi. Çok istedikleri çok geç olunca onlar da kızları ne isterse hemen yerine getirdiler. Elif artık on sekiz yaşına gelmiş bir genç kızdı. Sıra ailesinin ona verdiği sözü yerine getirmeye gelmişti. “Canım kızımız sana on sekiz yaşına bastığında muhteşem bir doğum günü partisi yapacağız.” Elif, doğum günü yaklaşırken son birkaç ay muhteşem günün hayalini yaşıyordu. Her gece ya...
Dünyada boykot devam ediyordu. Birçok ülkede eylemler yapılıyordu. Dünyanın diğer ucundaki kendi ten renginden, kendi dilinden, inancından olmayan o insanlar için ağlıyorlardı. Kimisi işini, mesleğini dahi bırakıyordu. Bir zulüm işleniyordu bir insanlık suçuydu bu ve tabi ki sessiz kalacak değillerdi. Gerçekten bunu dert etmişlerdi kendilerine. Gerçekten üzüntüleri, yüzlerindeki her çizgiye, gözlerindeki her yansımaya yansıyordu. Görmemek körlük, duymamak sağırlık, hissetmemek duyarsızlık olurdu. Bu zulmü bilmeyen kalmış mıydı? Sessiz kalanların sessizliğine anlam vermek mümkün müydü? Belki de iç dünyalarında daha derin bir acı yaşıyorlardı… Fakat boykota da katılmıyorlardı. Boykot yapanlarla aralarına neden mesafe koymuşlardı? Dünyanın en uç noktasındaki insanlar ‘’Benim boykotumla mı zulüm bitecek’’ demeyin göz çekmeyin diyerek dünyaya seslerini duyurmaya çalışıyordu. Aktivistlerin ‘’Ben bakamıyorum çok üzülüyorum demeyin yakılan kendi evladınız olsa aynısını mı yapa...
Günün erken saatleriydi. İpek içindeki heyecanı fazla göstermemeye çalışarak okulu için bir sınava gitmesi gerektiğini söyledi anne babasına. Güzel bir fakültenin hazırlık sınıfında okuyan henüz on dokuz yaşında, içi umutla dolu pırıl pırıl bir genç kızdı. Annesinin “Mor Menekşem” diye sevdiği bembeyaz teni, derin bakan kahverengi gözleri ve minicik biçimli bir yüzü vardı. Yumuşacık uzun gür saçlarını arkaya savurarak “Ben ufak bir kahvaltı hazırlayıp erkenden kaçayım.” diyerek lafları ağzında yuvarladı. Biraz gizemliydi. Ancak o sabah pek bir şey anlatacağa da benzemiyordu. “Sınav saatinden önce yerimde olmak istiyorum” diye sözlerine ilave etti. Babası kendisini sınav salonuna götürebileceğini söylese de her işini kendi halletmeye alışmış olan İpek “Siz pazar keyfi yapın; ben rahatça gidebilirim merak etmeyin” diyerek evden çıktı. İpek ailede üç kardeşin en küçüğü; tabiri yerindeyse ailenin tekne kazıntısıydı. Evin en küçüğü olarak hep kapıyı açan, bakkala ekme...
Diyet bisküviler, çay içtiği bardaklar, uykusu açılsın diye içtiği kahve fincanları derken çalışma masası, pazar yerine dönmüştü. Bir kaç gün önce hazırladığı ama içmeyi unuttuğu cam şişelerde; tarçınlı, maydanozlu, limonlu sular da cabasıydı. Kütüphanesinde ise sağlıklı atıştırma paketleri çöpe atılmayı bekliyordu. Koluna taktığı ağırlıkların biri yatağının altında tozdan gözükmüyor diğeri ise tokalarını koyduğu çekmecenin içindeydi. Bir hevesle aldığı, yürüyüşlerini, adımlarını saydığı akıllı saati de banyoda dolabın içinde ayladır duruyordu. Kuzeni ile birlikte aldığı son teknoloji hassas tartıyı da iş yerinde bir arkadaşını ödünç vermişti. Ve tartının onda olduğunu çoktan unutmuştu. Anladığınız üzere kahramanımızın fazla kiloları ile başı dertteydi. Kendince yöntemler bulsa da bir süre sonra diyetini bozup verdiği kiloları tekrar fazlasıyla alıyordu. Böylece Yaprak “Her şeyi yapmama rağmen kilo veremiyorum.” diyenler kategorisine girmişti. Çocukluğundan be...
“Abla annemi getir, bizde kalsın.” Nesrin “Yanlış mı duyuyorum?” diye emin olamadı bir an. Çünkü kardeşi daha bu sabah tam tersini söylüyordu. “Abla anneme söyle bize gelmesin. Bir de onunla uğraşamam” demişti. Telefon seni dışarı verdiğinden, onda kalan annesi bunu duymuş ve çok üzülmüştü. Annesinin üzüldüğün gören Nesrin hem birkaç gün kalmak hem de annesini bırakmak amacıyla arabayla Bursa’ ya gidiyordu. Şaşkınlıkla yanındaki annesine baktı. “Anne, Serkan onlara çağırıyor.” dedi sevgiyle. Annesi “Duydum çocuğum. Sen bilirsin.” dedi. Her ne kadar kırgın olsa da oğlunun sesini duyunca, annesinin sevinçten gözü parlamıştı. Annesi Türkan Hanım eşiyle Bursa’ da yaşıyordu. Şeker hastası olan babasını pek yalnız bırakmak istemese de çocukları söz konusu olunca, babasını bile bırakır, hemen onların yanına, İstanbul’ a gelirdi. Erkek kardeşinin boşanma kararı aldığını duyunca; “Ben şu çocukla bir konuşayım. Bir yuva kolay kurulmuyor.” diyerek sol...
Günlerden pazardı, hava öyle güzeldi ki… Bahar tüm coşkusuyla şehre gelmişti. Her yerde rengarenk, farklı kokulu güller açmıştı. Emine teyzenin gülleri de tabii. Öyle güzel bir gül bahçesi vardı ki… İnsanın aklına gelecek her türden güller; yediveren gülü, Japon gülü, sarmaşık gülü, Isparta gülleri ve daha nicesi… Emine teyze onlara çocuğu gibi bakıyordu, hatta bazen çocuklardan daha fazla zaman ayırıyordu güllerine. Çocukları da arada sitemle “Anne gülleri mi yoksa bizi mi daha çok seviyorsun?” derlerdi. Elif’te bir bahar sabahı 23 Nisan’ın coşkusuyla uyanmış. Okulun bando takımında olduğu için gece uyuyamamış içi kıpır kıpırdı. İlk kez bayram şenliğine katılacaktı. Hem de kortejin önlerinde ona yer vermişlerdi. Bando kostümünü giymiş, en sevdiği ponponlu pembe tokasını takmıştı. Pembe kostümünün içerisinde kendini çok daha farklı hissediyordu. Pembe olan her şeyi çok severdi. Okula doğru yol alırken Emine teyzenin pembe güllerine gözü takıldı, kocaman çanak çanak açmıştı her bi...
Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, uzak köylerden birinde, iri mi iri, heybetli mi heybetli, rengarenk kuyruklu, kıpkırmızı ibikli, bir horoz ailesi yaşarmış… -Hay Allah, yine masal bitmeden uyuyakaldı… Elif’le, Ahmet, birbirlerini çok sevdikleri için dört yıl önce yıldırım nikahıyla evlenme kararı almışlardı. Ailelerinin de onayını alarak hemen evlenmişlerdi. Her konuda hızlı olmaları sebebiyle, hemen çocukları da olmuştu. Nergis doğduğunda yumuk elli, kırmızı yanakları, siyah saçlı, buruşuk yüzlü bir çocuktu. Her şeyleri hızlı ve acele olduğu gibi doğumu da acele olmuştu. Öyle ki marketten iki kilo portakal alıp gelene kadar doğmuştu. Beş dakikalık sancıyla, normal doğuma girmiş ve kızını dünyaya getirmişti. Sekiz aylık doğmasına rağmen sağlıklı bir bebekti. Elif’in doğumuna gelen kayınvalidesi; “Kundak çirkini, mahalle güzeli olur” demişti. Daha önce bu cümleyi duymayan Elif; “Ne yani benim bebeğimi beğenmedi her halde…” diye içinden geç...
Güvenlik kontrolünden geçip, hava alanına giriş yapınca derin bir nefes aldı. Elindeki pasaportu eşine uzatırken; Mersin’deki çocukluk arkadaşını aradı. “Şekerim bizim plan değişti. Almanya’ ya dönüyoruz. Umarım bir sonraki sefere görüşürüz.” dedi. Eşi biletleri değiştirirken o bankonun önündeki koltuğa oturdu. “Ya, biz ne yaşadık böyle?” diye düşünmeye başladı. Hale, uzun yıllardır Almanya’ da yaşamasına rağmen bir ayağı hep Türkiye’ de olan biriydi. Daha senenin başında, izinlerini bayramlara göre ayarlar, Ramazan ayını, Kurban Bayramı’nı Türkiye’ de geçirmeye gayret ederdi. Yaz tatillerini güneyde geçirdiği gibi, iş temposu azıcık rahatladığında, son dakika da olsa, biletini ayarlar, soluğu memlekette alırdı. Her bayram yaptığı gibi bu bayram da Adana’ ya uçmuş oradan memleketi olan Mersin’e annesinin yanına geçmişti. Amacı hem biraz dinlenmek hem de ailesiyle birlikte keyifli bir zaman geçirmekti. Ne de olsa; insan baba evinde çocuklar gibi şen olurdu. Kardeşleriyle eski günl...
Bir yandan hazırlanıyor bir yandan da söyleniyordu. “Dönem bitmeden hoca mı değişirmiş canım?” dedi öfkeyle. Küçücük çocuk bunlar zaten okula zor uyum sağladılar. Bir de şimdi yeni öğretmene alışmaya çalışacaklar. Ama çaresiz durumu kabul etti. Gidip görelim bakalım yeni öğretmeni belki eskisinden iyidir. Ama ne demişler? “Gelen gideni aratır.” Kafasında deli sorular ile okulun yolunu tuttu. Bu yıl üçüncü sınıfa geçmişti Melek. Annesinin bütün planları ona göre yapılırdı. Her şey onun etrafında dönerdi. Kıymetlisiydi tüm ailenin. Bir dediği iki edilmezdi. Yazın sıcak oluyor diye salonun ortasına şişme havuz bile kurmuştu annesi. “Yeter ki o mutlu olsun” derdi. Tırnağına taş değse yeri göğü inletirdi. Sınıfa girer girmez yeni gelen öğretmene kendisini tanıttı. Gayet sevimli güler yüzlü tavırları vardı. Fakat kısa zamanda öğretmen hanım gerçeği anlamıştı. Güler yüzün arkasındaki niyeti, evdeki gibi sınıftaki hâkimiyetini kaybetmemek içindi. Annesi; Melek...