Ana içeriğe atla

Deneyimsel Tasarım Öğretisi - DTÖ Nedir?

Deneyimsel tasarim öğretisi nedir

Deneyimsel Tasarım Öğretisi, gerçeklikle beslenen bir strateji ilmidir. Deneyimsel Tasarım Öğretisi; insanın gerçek amacını amaç edinmiştir… Kim Kimdir ile başlayan, İlişkilerde Ustalık ve Başarı Psikolojisi seminerleriyle devam eden programları; insanların kendi dünlerine göre daha mutlu ve daha başarılı olmalarına katkı sağlar.

Neden Deneyimsel Tasarım Öğretisi?

Sunduğu stratejilerle insanların dününden daha başarılı, daha mutlu olmalarına destek olur. Tutarlı, Anlaşılabilir, Uygulanabilir, Faydalı özelliklerde olan bilgileri paylaşır. İnsanın bugün ne olduğuyla değil; dününe göre bugün nerede olduğuyla ilgilenir. Kimseyi başkalarıyla kıyaslamaz.

DTÖ Seminerler

Deneyimsel Tasarım Öğretisi Programları

Deneyimsel Tasarım Öğretisi; Kim Kimdir?, İlişkilerde Ustalık, Başarı Psikolojisi programlarıyla, kurumsal ve bireylere özel, özel sektörün ihtiyacına yönelik ve toplumsal kalkınmaya destek amacıyla seminer programları düzenlemektedir.

Deneyimsel Bilgi Nedir?

Deneyimsel Bilgi Nedir?

İnsanları mutluluğa ve de mutsuzluğa götüren ortak davranışları, başarılı olanları başarıya götüren ve aynı zamanda başarısını engelleyen ortak davranışları gerçek öykü ve kişilerle incelenir. Tekrar ederek aynı sonuçlara giden davranışlar tespit edilir. Sebep ve sonuç ilişkisi emin olunacak seviyeye geldiğinde deneyimsel olarak kabul edilir. Test edildikten sonra aktarılır.

Deneyimsel Tasarım Öğretisi Seminerleri Nedir?

Deneyimsel Tasarım Öğretisi Seminerleri

Deneyimsel Tasarım Öğretisi Seminerleri, tutarlılık testinden geçmiş olan deneyimleri paylaşarak, kişinin hedeflerine ulaşabilmesi için belirleyeceği yol haritasını tasarlamasına destek olur. Deneyimsel Tasarım Öğretisi Seminerlerindeki bilgileri öğrendikçe; Farkındalığımızı nasıl arttırabiliriz?, Bu hayatta bizi daha iyiye götürebilecek hedeflerimize nasıl ulaşabiliriz?, Dünümüzden daha mutlu ve daha başarılı olmanın yolları neler? vb pekçok sorunun cevaplarını bulabileceksiniz.

Dtö Seminer Blog Yazıları

Kayıtlar

ÇOK SIKILDIM!

  İş yerinde, her kahve molasında, her misafirlikte söylenenler veya her arkadaş buluşmasında; konunun geldiği yer aynıydı. “Offf, ne geçmez haftaymış, çok sıkıldım!” “Bu paraya bu kadar saat buradayım. Hayatım iyice anlamsızlaştı.” “Mutlu değilim.” “İstediğim evi ve arabayı almam da imkânsız. Tüm hayatımı buna mı harcayacağım?” “Başka bir iş yapmalıyım ama ne?” “Kolay bir yol yok mu?” “Ekonomi çok kötü.” “Hayatımı hiç böyle hayal etmemiştim.” Kulağa basit gelen şikâyetler olmasına rağmen içinden çıkılması güç sarmallardı. Takılıp kaldıklarımızdı. Hayat giderek anlamsızlaşıyor ve çalışmak, üretmek zor geliyordu insanlara, veya bunun için bir neden bulamıyorlardı. Sanki ne yapsalar her şey için çok geçti. Kimi vaktin geçtiğini söylüyordu. “Böyle gelmiş böyle gider, çok takılmamak lazım üç günlük dünya..” diyordu. Kimi sürekli bir şey yapıyor ama aslında ne yaptığını kendi de bilmiyordu. Kimi yanlış tercihlerine takılmıştı, kimileri de ne ile uğraşsa sonunu kestiremediğinden bir türlü ba

GERÇEKLER GÖRÜNDÜĞÜ GİBİ DEĞİL, BİRAZ DAHA YAKINDAN BAKAR MISIN?

  Sonbahar serinliği tatlı tatlı yüzüne vururken, bu serinlikte bile yine koşuşturmaktan terlemeyi başarmıştı Emel. İş çıkışı markete uğrayıp evin eksiklerini alacaktı. Kuzenleri akşam çaya gelmek için haber vermişlerdi. Çayın yanına ikramlık bir şeyler yapmak için reyonlar arasında gezerek alacağı malzemeleri seçmeye çalışıyordu. Her zaman olduğu gibi yine çok acelesi vardı.   Sürekli kullandığı bir ürünü reyonda bulamayınca reyon görevlisine seslenerek yardım istedi. -“Beyefendi bakar mısınız? Reyonda bezelyeyi bulamıyorum da bana yardımcı olabilir misiniz?” -“Tabi efendim hemen sağ tarafınızdaki reyonda.” dedi. Emel, sağ tarafındaki reyona dönerek raflara baktı ama aradığı ürünü göremedi. Çekinerek tekrardan reyon görevlisinden yardım istedi. -“Şeeey bakar mısınız bey efendi, ben bulamadım da siz bir baksanız.” -“Hemen sağ kolunuzun tarafında. Salça kutularının yanında hanımefendi.” diyerek daha belirgin bir şekilde tarif etmişti ama Emel hâlâ göremiyordu. Bulamadığını

PASLI ÇİVİLER, PARLAK CIVATALAR

Yahya, sabahın ilk ışıklarıyla uyanmış, bugün neler yapabileceğini düşünüyordu. Kahvaltısını yapıp, sokağa arkadaşlarının yanına çıktı. Kumral kıvırcık saçlı, güler yüzlü, meraklı bir araştırmacıydı. Hayatı, insanları gözlemleyen, düşünen, yaşıtlarından farklı bakış açıları olan bir çocuktu. Aile olmanın öneminin ve sorumluluklarının farkında olarak büyüyordu.   Mahallede yeni yapılan binaların inşaat alanları uğrak yerleriydi. Gezinirken bir yandan da hurda demirleri ve çivileri, topluyorlardı. Sonrasında bunları mahallenin bakkalına götürüyor, karşılığında şeker alıyorlardı. Birgün paslı yamuk hurdalar arasında ki düzgün olan cıvatalar dikkatini çekti ve özellikle onları toplamaya başladı. “Parlak, ışıl, ışıl, eğrilmemiş düzgün cıvatalar daha kıymetlidir. Yani daha iyi para ediyordur” diye düşünmüştü. Günün sonunda hurdalar yine bakkala götürülmüştü. Bakkal herkese dört şeker, Yahya'ya ise bir şeker vermişti. Bu duruma çok şaşırmış ve pişman olmuştu. Düşündüğü gibi olmayınc

İyilerin Yolculuğu

  Bu öykü iyilerin öyküsü … Nasıl iyi olurumun öyküsü… Veya daha iyi nasıl olurumun öyküsü… İyi ve kötü mücadelesi dünya var olduğundan beri devam ediyor. İyilik, toplumun dilinde süre gelen bir kelimeydi çoğu zaman. Adına kitaplar yazılmıştı. Şiirler söylenmişti. Günde belkide en çok söylenen bir kelimeydi. “Senin iyiliğini istiyorum…” “Ne yaptıysam iyiliğin için yaptım…” “Oğlum, bu   dünyada iyi olmayacaksın…” “İnsana iyilik yaramıyor…” “İyiliğini istedim bak nerelere   vardı…”   Gibi yüzlerce cümle sarf ediyor insanoğlu. Bu cümleleri sarf ederken farkında bile olmadan. Peki insan iyi olduğunu yada iyilik yapıldığını nasıl anlar. İyiliği nasıl ölçer. Çünkü iki kardeş bile anlaşamadığında, birini dinlediğinde “İyiliğini düşünmüş” diyorsun. Ama diğerini dinlediğinde “Bu da onun iyiliğini düşünüyor” diyorsun. Kardeşinin bile iyiliğini tanımlayamazsan nasıl çıkar insan bu karmaşadan.  Yıllar önce köyün birinde üç kardeş yaşarmış. Üç kardeşten ikisi sürekli kavga ederlermi

İnsan hatalarının üstesinden gelebilir...

Güneş ufukta kaybolmak üzereydi. Etrafa son ışıklarını yansıtıyordu. Tüm evler güneşin yansıttığı ışıktan nasibini alıyordu. Martılar son çığlıkları ile kanatlarını çırpıyordu. Deniz durulmuş ve akşam serinliği kendini yavaş yavaş hissettirmeye başlamıştı. Gençler akşam için sözleşip sahilden ayrılmışlardı.. Sözleşilen saatte bütün ekip oradaydı… Aysun yeşil gözlü, kumral, uzun boylu bir kızdı. Etraftaki aileler tarafından çocuklarına örnek gösterilen biriydi.   Okul hayatında her zaman başarılı bir öğrenciydi.   İlkokul, ortaokul ve lise hayatı başarılı geçmişti. Derslerini ihmal etmiyordu. Arkadaşları dışarı çıkıp gezerken Aysun evde ders çalışmayı tercih ediyordu. Derslerinin iyi olabilmesi için emek veriyordu, bedel ödüyordu. Bu bedellerinin de karşılığını alıyordu. Hayat bedel ve karşılığı üzerine kuruludur. Mutlaka ödediğin bedellerin karşılığını alırsın. Lise çağına geldiğinde, üniversite sınavlarına erkenden çalışmaya başladı. Liseyi de başarıyla bitirdikten sonra, üniver

Hayat bir öğreti: Ticareti ile, İlişkileri ile…

  Yasemin ve   Servet’ in tanışmaları Yasemin’in evin ısı sistemini yaptırmak istediğinde başlamıştı. Yasemin eski evleri alıp yenileyip tekrar satıyordu. Ticaret yapmayı çok seviyordu. Yeni aldığı ev için de internetten Servet’ in şirketini bulmuştu. Şirketin ustaları projeyi çizen Servet’ in çizimine sadık kalmayıp proje dışına çıkmışlardı. Servet gelip bizzat ustaların başında durarak hatayı düzelteceklerine dair söz vermişti. Gerçekten de öyle olmuştu. Birkaç gün gelip işin başında durup sorunu çözmüşlerdi. Yasemin’ in bu problem karşısındaki hoş görülü yaklaşımı, Servet’ in dikkatini çekmişti. Yasemin tadilattaki evin duvarına, eve gelen tüm ustalara hitap eden bir mesaj yazmıştı. “Helal kazanmak isterseniz çöpünüzü çöpe atabilirsiniz. En iyi usta işini temiz yapan ustadır.”   yazıyordu. Ve sonunda bir gülücük vardı. Servet, Yasemine’e “Neden böyle bir şey yazdınız, pis mi bırakıyorlar? Sadece, “Lütfen çöpünüzü çöpe atın” yazabilirdiniz, neden bunu yazdınız?” dedi. Yasemin; “G

NEREDE YANLIŞ YAPTIK !

  Cem, dedesinin göz bebeği bir çocuktu, onu hep diğer torunlarından başka tutardı. Dedenin maddi durumu gayet iyi olduğundan rahat koşullarda ve hizmetlilerle her istediği yerine getirilerek büyümüştü. Mahallede herkesin sevgisini kazanmış, sevimli, cana yakın bir çocuktu. Dedesi akşamları özenle hazırlanan masalarda içki içerdi her akşam.   Cem’i de hep yanında tutardı. ‘Arslan torunum’ diyerek severdi onu… Dedesinin ikram ettiği içkinin tadına bakmak zorunda kalırdı Cem zaman zaman. Annesiyle babası Cem’in küçük yaşta içki içmesinden hoşlanmasalar da hayır diyemiyorlardı. Sebebi ise oldukça ekonomikti. Ekonomik olarak dedeye bağlı yaşıyorlardı. Dedenin ölümüyle miras kalan her şeyi satıp İstanbul’a yerleşirler. Oturacakları evi satın alırlar ve kalan tüm parayla da bir iş kurarlar. Kurulan işin üçüncü yılında baba iflas eder. Böylece ekonomik zorluklar başlar hayatlarında. Cem alışık olmadığı yeni yaşam şekline uyum sağlamakta zorlanır. Kızlarla gezmeyi seven, yakışıklı bir

BEDEL İZLERİ

  Hastanenin aranan hemşiresiydi Filiz. İnsana insan olduğu için değer veren, canlı, hareketli, güler yüzlü biriydi. Hastalarıyla iletişim tarzı ve ilişkisi çok iyiydi. Bir kez ona tedaviye gelen hasta ikinci gelişinde yine Filizi arardı kendisiyle ilgilenmesini talep ederdi. Filiz, hayat dolu, kıpır kıpır, güne güzel günaydınlarla başlardı. Onun için güler yüzle, güzel bir enerjiyle günaydın demek çok önemliydi. Onca yüküne rağmen acılarını gizler, sadece yüzüyle değil gözleriyle gülerdi insanlara. Her sabah yürüyüşe çıkar, bisiklete biner, yollardan çiçekler, meyveler toplayarak dönerdi eve. Her bitkiyi, her ağacı tanır, yolda giderken arabasını durdurup çiçekleri koklardı. Sabah sporundan sonra hızlıca hazırlanır, işe gitmek için kahve fincanıyla yola koyulurdu. Hafta sonunu dolu dolu çocuklarıyla geçirmeye çalışır ev işlerini yapar, formalarını ütüler yeni haftaya hazırlanırdı. ‘’Yarın yine iş var.’’ diye şikâyetler ondan duyulmamış şeylerdi. ‘’Bu hafta acaba kimlere faydam dok

HAYATIN DÖNGÜSÜ

  Elif sabah 8.30-9.30 saatleri arasında oturur, bu bir saati kendine ayırırdı. Her gün çocuklarını ve eşini yolcu ettikten sonra bu vakitte biraz rahatladığını düşünürdü. Çünkü eve döndüklerinde, o kadar çok konuya dâhil oluyordu ki, kendine ayırdığı bu bir saate çok değer veriyordu. Sessizce oturup, önceki günde yaşadıklarını ve gün içerisinde yapacaklarını düşünürdü. Bunu yapmak, ona iyi geliyor, kendiyle kaldığı bu zaman dilimini seviyordu. Çoğu zaman, anne olmanın uzun bir yol olduğunu düşünürdü. Çocuklar büyürken, etrafında şahit olanlar; “Bu günlerin tadını çıkart, büyüdükçe dertleri de büyür” derlerdi. O zaman çok anlam veremese de, sonradan nasıl doğru bir deneyim olduğunu, bizzat yaşayarak öğreniyordu. O zamanlar da en büyük problemin uykusuzluk ve yorgunluk olduğunu düşünürken, günler geçtikçe, farklı problemler yaşandığını da deneyimlemişti. Ne kadarda anne desteğine ihtiyaç duyuyorlardı. Hayat herkes için böyle mi acaba diye düşündü. İnsan problem çözdükçe bir üst

YASEMİN ve ÇANTALARI

  Yasemin her genç kız gibi çok güzel hayallerle gelin olmuştu. Ama hayat, her zaman insana beklediğini vermiyordu. Kayınvalidesi ile aynı binada oturuyor, baskıcı bir kültürün içinde yaşıyordu. Bütün gün beraber olup, yatmadan, yatmaya, evine geçiyordu. Sözde ayrı evi vardı ama böyle olunca, yükü de oldukça ağırdı. Aile büyükleriyle bir arada yaşamak, farklı bir aileye uyum sağlamak, onu epeyce zorluyordu. Uzun yıllar bu düzende yaşamak zorunda kalmış, ne denilirse yapmış, kimseye karşı, en ufak bir saygısızlığı olmamıştı.   Kayınpederinden hediye olan arsalarına bir müteahhit talip olunca, yeni bir evleri olmuştu. Mevcut evleri küçük olduğu için biter bitmez, o daireye taşınmışlardı. Biraz olsun baskıdan uzaklaşan Yasemin, hiç şikâyet etmez, "Benim de sınavım böyleymiş. Sabrın sonu selamettir” diyerek günlerini geçirirdi. Çok marifetli, eli bereketli, ikramlamayı seven bir hanımdı. Yemekler, pastalar börekler, el işleri, ev işleri, on parmağında on marifet, her yaptığı çok b

BAKALIM, SENEYE NASIL BİR TATİL YAPACAĞIM?

“Dalaman yolcusu kalmasın! Dalaman yolcusu kalmasın!” Nesrin , tebessümle sesin nereden geldiğini anlamaya çalıştı. Etrafa bakınırken, yer hizmetlisini fark etti. Topladığı üç beş yolcuyu, transfer bankosuna yönlendiriyordu. Çalışanın, güleryüzlü ve sempatik tavırları dikkatinden kaçmamıştı. “İşini severek yaptığı, ne kadar da belli oluyor” diye içinden geçirdi.   Bu tarz bir anons, dinlenme tesislerinden beklediği bir şeydi de bunu havaalanında duymak ona çok ilginç gelmişti. Çocukken, ailece, her yaz Malatya’ ya, babaannesinin yanına giderlerdi. O zamanlar böyle uçakla seyahat yaygın değildi. Henüz daha kendi arabaları da olmadığından, şehirlerarası otobüslerle seyahat ederlerdi. O zamanlar otobüsler, bir kaç saat arayla, dinlenme tesislerinde mola verirdi. Hem yolcular ihtiyaçlarını görür, hem de şoför biraz dinlenmiş olurdu. Sonra da hareket edecekleri zaman, muavin pilot edasıyla, mikrofonu açarak, yolculara seslenirdi. Nesrin, ağız büzülerek yapılan bu tarz anonsları her duyd