Ana içeriğe atla

Anadolu'nun ATOM KARINCASI

Yetiş Yakup..

Ufak tefek, sarışın, neşesi tebessümünden gözlerine akan bir delikanlıydı Yakup. Ergenlik döneminde babasıyla birlikte çalışmaya başlamıştı. Babası binalarda cam-çerçeve işi yaparken Yakup yardım etmeye çalışıyordu. İlk zamanlar keyif almış olsa da yaşı ilerledikçe ağır gelmeye başlamış, kaslarında zedelenmeler oluşmuştu. Baba yadigarı olan işi değiştirmesi gerekiyordu anlaşılan düşüncesiyle harekete geçti.

Yakup, oldukça çalışkan ve meraklı idi. Çeşitli iş konularında kazanımları da vardı. Bu özelliğinden dolayı amcasının tekstil atölyesinde deneyim kazanmıştı. Kısa sürede iş bulmuştu. Fakat önceki deneyimlerinden farklı bir sektör olan reklam atölyesinde çay ocağı sorumluluğunu aldı.

Daha önce yaptığı işlerdeki azmi, merakı uyum becerisini geliştirmişti. Yeni işinde, çalışma arkadaşları tarafından samimiyetinden dolayı sevilmeye de başlamıştı. Çünkü kendisine verilen sorumluluk haricinde iş arkadaşlarına da yardım ediyordu. Neredeyse her işe koşuyordu Yakup. Bilmediği işler geldiğinde hevesle öğreniyor, kısa sürede yapılan her işten anlar hale geliyordu. Becerileri sayesinde kısa sürede ismi en çok anılan eleman olmuştu. İşlerini yaparken keyif alması, tebessümü onu daha da sevimli kılıyordu.

Atölyenin mutfağı en üst kattaydı, üç kat inip çıkmak yorucuydu. Patronundan elektrikli bir çaycı makinesi istedi. Elbette Yakup sadece çay makinesiyle yetinmedi; bir köşeye kahve, bitki çayları da ekledi. Atölye büyüktü, kış aylarında kaloriferler yetersiz kalıyordu, bu sıcak içecekler herkese iyi geliyordu. Bir köşeye esprili bir şekilde “Yakup’un Çay Ocağı” yazan bir tabela astı.

Patronun daha sık ziyaret ettiği yere dönüşmüştü mutfak. Frsat buldukça çay ocağına uğrar, çayını içer, sohbet ederdi Yakup ile.

Zamanla Yakup, iş yerinde sevilen çalışanlardan biri oldu. Ancak bu durum, bazı kişilerin dikkatini çekiyor, hatta rahatsızlık veriyordu. On beş yıldır şirkette çalışan bazı kişiler, onun kadar patronun ilgisini çekmemişti. Yakup çay ocağındaki sorumluluğunu tamamladıktan sonra patronun şoförlüğünü yapıyor, özel işlerine de yardımcı oluyordu. Buna rağmen işlerini aksatmıyor, gerektiğinde gece mesailerine kalıyordu. Bazen de atölyenin bir köşesinde uyuyup ertesi gün işine erkenden devam ediyordu. Bu özverili hâli, patronun gözünde de onu daha da kıymetli kılıyordu. Bu durum bir süre sonra atölyedeki arkadaşlarının ona karşı tavırlarını değiştirdi.

— “Yakup, çabuk gel şunları indir!”

— “Tut şunun ucundan, toparla buraları, temizle!”

Emirler art arda geliyordu. Angarya işler hep ona yaptırılır oldu. Yakup söylenenleri yapıyordu ancak kaba ve emir içeren tavırlardan rahatsızdı. Zamanla ona çok fazla yüklendiklerinden dolayı yetemez hale geldi. Kaslarında ki ağrılar tekrar başlamıştı ve morali de artık yetmiyordu. Yakup daha fazla dayanamadı. Kendisine yapılanları Haksızlık olarak tanımladığında patronu ile görüşüp durumu ona da aktardı. Fakat patron:

— “Her iş yerinde ufak tefek sorunlar olur,” diyerek geçiştirdi.

İlerleyen günlerde bu tavırlara bizzat şahit olmasına rağmen yine de görmezden geldi.

Bu durum Yakup’un onuruna dokunmaya başlamıştı. Sonunda patron şehir dışındayken, sessizce istifasını verip işten ayrıldı.

Yakup’un ayrılışından sonra atölye sessiz bir kargaşaya büründü. İşler aksadı, ortam dağınık bir hâle geldi. “Yakup’un Çay Ocağı” dağıldı, geriye yalnızca tabelası kaldı. Patron hatasını o zaman anladı. Yakup’u arayıp tekrar işe çağırdı ama çok geçti. Çünkü Yakup’un kırılan onuru, geri dönmesine engeldi.

Patron, kendi kendine sormaya başladı:

Neydi bu kaybın sebebi?

İyi bir patron olmak yetmiyordu. Çalışanlar arasındaki sorunlara hâkim olup haklarını teslim etmeliydi. İyi bir gözlemci olmalıydı belki. Küçük görünen olayları basite almadan denetleseydim daha farklı olurdu diyerek iç geçirdi. Çünkü birden fazla kişinin olduğu yerde küçük bir saygısızlık dengeleri alt üst ediyordu.

Arkadaşlarının davranışları Yakup’un kendisini değersiz hissetmesine, becerilerinin, azminin yok sayılma sebebine dönüşmüştü.

İyi bir elemanı kaybetmişti patron. İnsan her yaşta, her konumda öğrenmeliydi .“Azı küçümsemeden, denetlemek gerekirdi.” …

 

Yorumlar

  1. En basit gördüğümüz işi bile yaparken insanın fark yaratması... Helal olsun Yakup abi :)

    YanıtlaSil
  2. Anlatım sade, samimi ve sıcak . Hikayenin akıcılığı ve duygusu gerçekten çok güzel yansımış. Karakterlerin iç dünyasını hissettirmek konusunda da çok başarılısınız.


    YanıtlaSil
  3. Gerçekten çok güzel bir yazı olmuş. Yakup’un hikâyesi birçok çalışanın kendini bulabileceği türden. “Anadolu’nun Atom Karıncası” sadece bir karakter değil, bu toplumun özverili ve çalışkan insanlarının sembolü gibi. Emeğin ve insanlığın değerini çok içten bir şekilde anlatmışsınız. Kaleminize sağlık.

    YanıtlaSil
  4. Meryem sevindik10/13/2025

    Hikayenin akıcılığı ve duygusu gerçekten çok güzel yansımış. Karakterlerin iç dünyasını hissettirmek konusunda da çok başarılısınız.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sadakat mi? Açık İlişki mi?

  Hiçbir şey açıkta ve açık bırakılmamışken, Bir badem tanesi üzerinde kaç kat var onu koruyan biliyor musun? Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Minik bir badem tanesi yedi kat ile sarılmış, neden acaba? Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Bezelyeler bir salkım içerisinde ve üzeri yedi kat fermuarla kapatılmış şekilde büyüyor, Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, İnsan vücudu baştan sona deri ile kaplı, gözlerinde kapakları var… Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Tüm ağaçların kökleri saklı ve tüm gövdeler kabuklar ile kapanmış… Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Portakal yemişsindir, meyveye ulaşana kadar kaç katmandan geçtin, değil mi? Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Ne tesadüf ki Mandalina da öyle, limon da hatta şimdi aklına düşen diğerleri de… Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Her şey böyle olunca, insan da çoğu şeyi öyle yapmış, belki bilerek belki bilmeyerek… Kitap yapar ona kapak ekler, defter yapar kapak ekler, bir şey üretir onu bir kutuya...

İNSAN KENDİNE AYNA TUTARMIŞ MEĞER

  Bir yandan hazırlanıyor bir yandan da söyleniyordu. “Dönem bitmeden hoca mı değişirmiş canım?” dedi öfkeyle. Küçücük çocuk bunlar zaten okula zor uyum sağladılar. Bir de şimdi yeni öğretmene alışmaya çalışacaklar. Ama çaresiz durumu kabul etti. Gidip görelim bakalım yeni öğretmeni belki eskisinden iyidir. Ama ne demişler? “Gelen gideni aratır.” Kafasında deli sorular ile okulun yolunu tuttu.   Bu yıl üçüncü sınıfa geçmişti Melek. Annesinin bütün planları ona göre yapılırdı. Her şey onun etrafında dönerdi. Kıymetlisiydi tüm ailenin. Bir dediği iki edilmezdi.    Yazın sıcak oluyor diye salonun ortasına şişme havuz bile kurmuştu annesi. “Yeter ki o mutlu olsun” derdi. Tırnağına taş değse yeri göğü inletirdi. Sınıfa girer girmez yeni gelen öğretmene kendisini tanıttı. Gayet sevimli güler yüzlü tavırları vardı. Fakat kısa zamanda öğretmen hanım gerçeği anlamıştı. Güler yüzün arkasındaki niyeti, evdeki gibi sınıftaki hâkimiyetini kaybetmemek içindi. Annesi; Melek...

İLİŞKİLER KONUŞARAK NEDEN DÜZELMEZ?

  Yatağını topladı, Açtığı pencerenin perdesini düzeltti. Geceden ütülemiş olduğu giysileri dolaplara yerleştirmeye başlamıştı ki yine bitişik daireden sesler yükselmeye başladı. Duymamak için odayı terk etmek istedi ama elindeki işi de yarım bırakmak istemedi Canan. Yetişmesi gereken semineri vardı ve zaten yine bu odada hazırlanmak zorundaydı. Oturdukları dairenin yatak odası komşusunun geniş bir yaşam alanına sahip olan mutfağı ile bitişikti. Henüz iki buçuk yıl olmuştu bu apartmana taşınalı ve bu sesler artık ona hiç yabancı gelmemeye başlamıştı.  “Bu yine iyi halleri… Ah ah hiçbir tartışmadan sonuç çıkmaz diye anlatıyorum seminerlerde ama şu şahit olduğum şeylere bak. Şahit deyince de ben neden şahit oldum acaba bu duruma? Bir işaret midir? Gerçekten de düşünen insan için irdelenecek ne çok şey var.’’ diye geçirdi içinden.   İlk taşındıklarında gecesi gündüzü belli olmayan bir erkek sesi ile aniden uyanıyordu. Sürekli çocuklarına seslenen, zaman zaman ağır küfür...