Ana içeriğe atla

30 Yılımı Verdim

 

Omuzlarının biraz altındaki saçları, hafif kıvrımlı bir şekil almıştı. Gözleri hala canlı canlı bakıyordu. Simsiyah ve iri gözleri geçen yıllara rağmen hiç değişmemişti. Ama göz kenarları artık yılların izleri ile kırışmıştı. Güzel bir kadındı Rüya. Gençliğinde, okul hayatı boyunca çok erkeğin gönlüne bir dokunmuştu.

Babasının rıza verip, biraz da ısrarla tavsiye ettiği delikanlı ile bir yol çizmeyi kabul etmişti. Ne de olsa baba tavsiyesiydi. Onu seven bir baba, herhalde “onun mutluluğunu düşünmüş ve öyle tavsiye etmiştir”, diye inanmıştı. Gönlünden geçenlere göre değil, mantıklı bir düşünceye göre hayatının en önemli kararlarından birini vermişti.

Evlenmişti Arda ile. Onu tanıyamadan olup bitmişti hızlıca her şey. Rüya, aldığı terbiye ve ahlak anlayışı ile iyi bir eş olmaya çalışmıştı. Arda çalışıyor ve çalışıyordu. Kendi işini kurmuştu. Yavaş yavaş ve ufak adımlarla hep ileriyi hedeflemişti. Hedefine de ulaşmıştı. İşlerini çocukların dünyaya gelmesine paralel büyütmeye başlamıştı. Büyüdükçe kazançları artmış ve hayatları da değişmeye başlamıştı.

Sadelik ve temel prensiplerle dolu hayatları bambaşka bir yöne doğru gidiyordu. Önce kılık kıyafetleri, sonra gezdikleri yerler değişmişti. Bir süre sonra işyerine sığamadığından yepyeni bir binaya taşınmıştı Arda. Bu arada ekipler kuruyor ve şirketini genişletiyordu. Büyüme ve kazanma hırsı hiç bitmemişti. Çok çalışma mesaileri de hiç azalmıyordu. Rüya çoğu akşam sofrasını hazırlayıp yalnız başına yemek yemek zorunda kalıyordu.

Evler, arabalar ve onları kapsayan somut her şey değişmeye ve çok güzel olmaya başlamıştı. Kullandıkları bir çatal bile artık ya bir tasarım ya da güçlü bir markaydı. Arda, somut güçleri olan bir adam olmuştu. Rüya bu değişimler içerisinden geçerken sevinmeli mi üzülmeli mi çözemiyordu. Dış dünyasındaki her şey güzelleşiyordu ancak hayatı da güzelleşiyor muydu anlayamıyordu. Ara ara derin düşüncelere dalıyordu. Evlerini daha büyük bir evle değiştireceklerdi. Yine daha büyük ve daha güzeli ile. Arda ile olan bağı aynı şekilde büyüyüp güzelleşmiyordu. Aksine azala azala incelen bir bağ olmuştu. Koptu kopacak durumdaydı.

Eve gelmekte zorlanan bir eşi vardı artık. Önceden ara sıra olan durum son zamanlarda genel ahvali olmuştu. Her akşam aynı hüzünle yatağına giriyordu. Kurulup yalnız beklenen sofralardan, yalnız kalınan gecelere dönüşmüştü. Artık şüphe dolu bekleyişler dönemine girmişti. Nadir karşılaşmaları olduğunda ise hesap sormalar ve bitmeyen tartışmalar ile geçiyordu. Büyüyen ev duvarları tartışmalara şahit olabilmişti sadece. Rüya her geçen gün kendi yalnızlığı ile içine dönüyordu. Mutsuz bir moda bürünmüştü. Tek yüzünün güldüğü konu çocuklarıydı.

Ancak her evlilikte olduğu gibi eşler arasında olan problemler çocuklara da yansıyordu.

Yıllar yalnızlık hissiyatı ile akıp gitmişti. Çocuklar da büyümüştü. “Ayrılmalı mı ayrılmamalı mı” diye karar verememek, hayatından çok fazla çalmıştı.

Bir gün otuz yıllık evliliğinde ne kadar az süre yüzünün güldüğünü fark ettiğinde, daha fazla böyle devam edemeyeceğine karar verdi. Akıp geçen zaman içerisinde elini uzatıp veremediği kararı verdi. Karar verdi ama acısıyla yıllar geçmek bilmedi. Her gün “Ben sana otuz yılımı verdim” deyip durdu.

Rüya gerçekten bir otuz yıl vermişti ömründen. Belki ömür yarısıydı, belki fazlasıydı. Ancak kimse ona bekle dememişti, kimse ona sabret bile dememişti, kimse ona farklı davran veya tepkilerini değiştir de dememişti. Onu durduran ne olmuştu? Veya değişmesini engelleyen?

Bazen insanlar cesaretlerini,

Bazen insanlar sabırlarını,

Bazen insanlar güçlerini,

Çoğu zaman da sevgilerini,

Yanlış yerlerde harcadıklarından, doğru yerde kullanma haklarını kaybederler. Kaybedilen şey bir türlü gelemeyince, yılların kararsızlıkla akıp gitmesi farz olur. O zaman “Ben ona otuz yılımı verdim” kaçınılmaz bir son olur.

 

 

 

Yorumlar

  1. Adsız1/10/2025

    Okurken içimizden geçip yaşadığımız bir makale oldu

    YanıtlaSil
  2. Adsız1/10/2025

    Boşa harcanmıssa bir zaman 3 yıl da bir ömür, 30 yıl da... Elinize sağlık 🌷

    YanıtlaSil
  3. Adsız1/10/2025

    Neyi nerede harcıyoruz sahiden? Bunları düşünmemizi sağlayan çok güzel bir yazı olmuş… kalemnize sağlık

    YanıtlaSil
  4. Hüsna Şule A.1/10/2025

    Yanlış yerde harcadıkları… Ne kadar üzerime düşünülmesi gereken cümle, doğru yerde, doğru tepki ve hisler ile inşAllah 🙏 Kaleminize sağlık🌸

    YanıtlaSil
  5. Tuba S1/11/2025

    Zaman ,ömür bir kere veriliyor ama ne yazıktır haybeye harcanıyor. Kaleminize sağlık 🙂

    YanıtlaSil
  6. Adsız1/11/2025

    👍🏼

    YanıtlaSil
  7. Adsız1/21/2025

    Öyle geçerli bir yasa ki.. Yanlış kişiye tebessüm edince, doğru kişiye tebessüm etme hakkınız olmuyor...

    YanıtlaSil
  8. Hep aynı tepkileri verip farklı sonuçlar almayı bekleye bekleye onlarca yıl heba oluyor...

    YanıtlaSil
  9. Burcu A.2/06/2025

    Okurken insanın aklına boşa geçirdiği tüm şeyler sıralanıyo.

    YanıtlaSil
  10. E.sena3/14/2025

    Bir Ömür heba etmeden inşallah ...

    YanıtlaSil
  11. Adsız4/03/2025

    İnsanın en büyük yanılgısı her şeyin bir süresinin olduğunu unutması. Deneyim transferi yaparak verilen süreyi en verimli kullanmak doğru olan🌻

    YanıtlaSil
  12. Adsız4/14/2025

    Elinize sağlık 🌷

    YanıtlaSil
  13. Çok üzücü bir hayat...İnsan hayatta doğru kişilere doğru bedelleri ödemezse kaçınılmaz son olacağı cok güzel anlatılmış...teşekkürler

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sadakat mi? Açık İlişki mi?

  Hiçbir şey açıkta ve açık bırakılmamışken, Bir badem tanesi üzerinde kaç kat var onu koruyan biliyor musun? Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Minik bir badem tanesi yedi kat ile sarılmış, neden acaba? Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Bezelyeler bir salkım içerisinde ve üzeri yedi kat fermuarla kapatılmış şekilde büyüyor, Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, İnsan vücudu baştan sona deri ile kaplı, gözlerinde kapakları var… Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Tüm ağaçların kökleri saklı ve tüm gövdeler kabuklar ile kapanmış… Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Portakal yemişsindir, meyveye ulaşana kadar kaç katmandan geçtin, değil mi? Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Ne tesadüf ki Mandalina da öyle, limon da hatta şimdi aklına düşen diğerleri de… Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Her şey böyle olunca, insan da çoğu şeyi öyle yapmış, belki bilerek belki bilmeyerek… Kitap yapar ona kapak ekler, defter yapar kapak ekler, bir şey üretir onu bir kutuya...

MEMNUN OLMAYAN EVLATLAR

Kızını uyandırmaya çalışıyordu Ayşe. Her sabah aynı şeyler yaşanıyordu. Uyanmakta zorlanıyor, okula gitmek istemiyordu. Hayatı bile annesinin zoruyla yaşıyor gibi bir hali vardı. Annesi, yokuş yukarı, bozuk bir arabayı ittiriyormuş gibi hissediyordu. Çünkü kızı hiçbir şey yapmak istemiyordu. Adeta yaşama sevincini kaybetmişti.   Üniversite sınavlarında, istediği bölüme puanı yetmeyince, ailesi hemen imdadına koşup, “Sana okul mu yok yavrum? ” diyerek, özel bir okula yazdırmışlardı. Evlatlarını mutlu edebilmek için tüm imkânlarını seferber etmişlerdi. Hayatta isteyip de sahip olamadığı hiçbir şey yoktu. Çocukluğundan beri, ne istese, ikiletmeden yerine getirilmişti. Ama bir türlü Zehra’yı memnun edememişlerdi.   Her olayın içinde mutlaka şikâyet edecek bir şey bulabilmesi, annesini hayrete düşürüyordu. Zehra şikâyet ettikçe, ailesi, miktarları arttırıyor, “Neyi eksik yaptık acaba?” diyerek dertlere düşüyordu. Buldukları çözümse sürekli imkânları arttırmak oluyordu. Böyle ...

İNSAN KENDİNE AYNA TUTARMIŞ MEĞER

  Bir yandan hazırlanıyor bir yandan da söyleniyordu. “Dönem bitmeden hoca mı değişirmiş canım?” dedi öfkeyle. Küçücük çocuk bunlar zaten okula zor uyum sağladılar. Bir de şimdi yeni öğretmene alışmaya çalışacaklar. Ama çaresiz durumu kabul etti. Gidip görelim bakalım yeni öğretmeni belki eskisinden iyidir. Ama ne demişler? “Gelen gideni aratır.” Kafasında deli sorular ile okulun yolunu tuttu.   Bu yıl üçüncü sınıfa geçmişti Melek. Annesinin bütün planları ona göre yapılırdı. Her şey onun etrafında dönerdi. Kıymetlisiydi tüm ailenin. Bir dediği iki edilmezdi.    Yazın sıcak oluyor diye salonun ortasına şişme havuz bile kurmuştu annesi. “Yeter ki o mutlu olsun” derdi. Tırnağına taş değse yeri göğü inletirdi. Sınıfa girer girmez yeni gelen öğretmene kendisini tanıttı. Gayet sevimli güler yüzlü tavırları vardı. Fakat kısa zamanda öğretmen hanım gerçeği anlamıştı. Güler yüzün arkasındaki niyeti, evdeki gibi sınıftaki hâkimiyetini kaybetmemek içindi. Annesi; Melek...