Ana içeriğe atla

HAYATIN DÖNGÜSÜ

 

Elif sabah 8.30-9.30 saatleri arasında oturur, bu bir saati kendine ayırırdı. Her gün çocuklarını ve eşini yolcu ettikten sonra bu vakitte biraz rahatladığını düşünürdü. Çünkü eve döndüklerinde, o kadar çok konuya dâhil oluyordu ki, kendine ayırdığı bu bir saate çok değer veriyordu. Sessizce oturup, önceki günde yaşadıklarını ve gün içerisinde yapacaklarını düşünürdü. Bunu yapmak, ona iyi geliyor, kendiyle kaldığı bu zaman dilimini seviyordu.

Çoğu zaman, anne olmanın uzun bir yol olduğunu düşünürdü. Çocuklar büyürken, etrafında şahit olanlar; “Bu günlerin tadını çıkart, büyüdükçe dertleri de büyür” derlerdi. O zaman çok anlam veremese de, sonradan nasıl doğru bir deneyim olduğunu, bizzat yaşayarak öğreniyordu.

O zamanlar da en büyük problemin uykusuzluk ve yorgunluk olduğunu düşünürken, günler geçtikçe, farklı problemler yaşandığını da deneyimlemişti. Ne kadarda anne desteğine ihtiyaç duyuyorlardı. Hayat herkes için böyle mi acaba diye düşündü.

İnsan problem çözdükçe bir üst seviyeye geçiyor ve daha üst bir problemle uğraşıyordu. Çocuklarda böyleydi. Çözümleyemedikleri her sorunda, ilk başvurdukları yer, anne-babaları oluyordu.

Kendi kendine; “Anne olmak ne kadar kapsamlı bir görev!” dedi. Anne olmak demek, aşçı olmak, ütücü olmak, terzi olmak, doktor olmak, hemşire olmak, öğretmen olmak, hizmetli olmak, psikolog olmak, oyun arkadaşı olmak gibi daha sıralanacak birçok görev demekti. Neredeyse her şeyi kapsıyordu.

Mesela dün oğlunun öğretmeni olmuştu ve bunu çok sevmişti. Fen sınavı kötü geçtiği için eve ağlayarak gelmiş; “O kadar çok çalışmama rağmen, neden böyle oluyor anne? Konuları okuduğumda anladığımı zannediyorum, sınavda hiç gereken cevapları veremiyorum. Lütfen bana yardım et. Beraber bakabilir miyiz?” Elif; “Tabi bakarız yavrum, sen canını sıkma” diyerek oğluyla ders masanın, başına oturdu.

Konuları gözden geçirirlerken, “Madde ve Endüstri” ünitesinde zorlanmış olduğunu öğrendi. Elif konuları o kadar sevdi ki, iki saatin nasıl geçtiğini anlayamadı. Fen dersinin ne kadar zevkli olduğunu, ne kadar hayatın içinden ve gerçek konulardan bahsedildiğini düşündü. Bir an, kendi öğrenciliğini hatırladı. O zamanlarda bu derse hiç bu gözle bakmamıştı. Sınavı geçmek için çalışılması gereken, zor ve sıkıcı bir dersti. Şu andaki deneyimleriyle ve yaşanmışlıklarıyla öğrenci olsa, konuları daha detayda anlayarak, bir yandan da hayata uyarlayarak dinleyebileceğini düşündü. Çalıştıkları konu, AZOT DÖNGÜSÜ idi ve şöyle özetlenmişti;  

Tüm canlıların yaşamları için azot gerekir. Havadaki azotu canlılar, direk solunumla alamazlar. Havadaki azot, şimşek ve yıldırımla beraber, yağan yağmurla, toprağa aktarılır. Topraktaki ayrıştırıcı bakteriler, azotun bir kısmını tekrar havaya salarken, bir kısmını da azotlu bileşik olarak, baklagillere aktarırlar. Hayvanlar ve insanlar bu baklagilleri yediklerinde ya da bunu yiyen hayvanın etiyle beslendiklerinde, vücutlarına azotu almış olurlar. Ölüp, toprağa gömüldüklerinde, vücutlarındaki azot, tekrar toprağa karışır ve yine ayrıştıcı bakteriler iş başındadır.  Dünya var olduğundan beri, bu döngü devam etmektedir.

Elif bu yeni bilgiden sonra, doğada süregelen bu düzene hayran kalmıştı. Hatta gün boyunca, konu aklını kurcalayıp durdu. Bir zerre azot bile, ziyan olmuyordu. Form değiştiriyor, bitkinin köküne gidiyor, insanın bedenine gidiyor, havaya karışıyor, dönüşümünü tamamlayıp, yeniden toprağa dönüyordu.

Aynı şey insan davranışları içinde geçerli değil miydi? İnsanın yaptığı iyi veya kötü davranışların, ödediği bedellerin karşılığı, asla ziyan olmayıp, kendisine geri verilmiyor muydu?

İnsanoğlu bir konuda çaba sarf edip, zorlandığında, hemen sonuç almak ister. Eğer, hedeflediği sonuca ulaşamamışsa da; “Boşa gitti onca emek!” diye hayıflanır. Oysa bedellerimiz, bazen direk istediğimiz sonuç olarak karşımıza çıkar, bazen de form değiştirir. Tıpkı azot gibi!  

Eşi geldi aklına, kendisi, fabrikada üretim şefiydi. Müdür olmak için çok çalışmıştı. Makinenin vidasından, ürün paketlemesine kadar, her detay için çok emek harcamıştı. Çalışanların dertlerini dinler, hemen çözüm bulmaya çalışırdı. Yetkisini aşan konuları, yönetimle paylaşarak, destek alırdı. Bu koşturmacayla sene sonu gelmiş, ama beklediği terfiyi alamamıştı.

“Vardır bir hayır!” deyip, şikâyetçi olmadan, aynı şevkle çalışmaya devam etmişti. Çünkü insandan çıkan bedelin hiçbir zaman ziyan olmadığını biliyordu. Müdür olamasa da birçok konuda marifetli, sabırlı, iletişimi kuvvetli biri haline gelmişti. Bu kazanımlarının karşılığını hayat ona fazlasıyla vermişti. Şirket sahibi, mevcut deneyimlerine ve çalışma azmine bakarak, yeni açtığı iş yerinde yönetici olmasını istemiş, hatta kendisine hisselerden, pay bile vermişti.

Bir süre sonra kendi anneliğini sorguladı. Evine, eşine, çocuklarına, ne çok bedel ödüyor, gün içerisinde, ne farklı rollere girmesi gerekiyordu! Tüm bu emeklerin karşılığını hayat, tabi ki veriyordu. Yorulsa da çocukların yüzlerindeki bir tebessüm, eşinin mutlu olması, derin bir iç huzuru olarak kendisine geri dönüyordu. “Şu huzur için değmez mi? Çok şükür bu günümüze… ” diyerek, koltuğundan keyifli bir şekilde kalktı. İçinde anlayamadığı bir mutluluk vardı. Gün çoktan başlamıştı ve daha çok gidecek yolu vardı.

Yorumlar

  1. Adsız9/20/2024

    Çok güzel bilgilerin olduğu bir yazı🌷👏🏻

    YanıtlaSil
  2. Adsız9/20/2024

    Anne olmak hem güzel hem bedelli :)

    YanıtlaSil
  3. Adsız9/20/2024

    Bedellerin ziyan olmaması gerçeği, beni gerçeğe yaklaştırdı.

    YanıtlaSil
  4. Adsız9/20/2024

    Çok teşekkür ederim. Çok fayda sağladı

    YanıtlaSil
  5. Hayatta hiçbir bedel ziyan olmaz, mutlaka karşılığı alınır. Kaleminize sağlık...

    YanıtlaSil
  6. Tuba S9/20/2024

    Hoc bir bedelin karşılıksız olmaması, hayatta bir yerlerden çıkıp gelmesi döngüye ispat değil midir? Kaleminize sağlık 🍉🌺

    YanıtlaSil
  7. Bu hayatta ne kadar çok şeyden ne kadar çok şeye geçiş yapabiliyor insan çok ilginç....bunu farkettiren bir yazı...annemize teşekkürler

    YanıtlaSil
  8. Adsız9/21/2024

    Bir gerçek ve onu takip eden diğer gerçekler. Neden mi? Şahit ol diye!

    YanıtlaSil
  9. Adsız9/23/2024

    güzel bir yazı emeğinize sağlık

    YanıtlaSil
  10. Adsız9/23/2024

    Yorulduğunu anda iyi gelen şeyler vardır insana kahve gibi, çay gibi bazen hoş bi sohbet bazen güzel bi şiir bazen de güler bir yüz. Öyle iyi geldi kaleminize sağlık ☺️

    YanıtlaSil
  11. Adsız9/23/2024

    Ne kadar güzel bir tespit, ara ara düştügüm çıkmazlar, onca emeğin üzerine gelmedigini düsündügüm sonuclar… ama cok dogru döngü de donusum de devam ediyor .. ve sonucu suan benim de icimde hissettigim sonsuz huzur ve sükür duygusunda..cok iyi geldi bu yazi sabah sabah yeni gune yeni haftaya baslarkeb..tesekkurler , ellerinize kaleminize saglik

    YanıtlaSil
  12. Adsız9/23/2024

    Elinize sağlık :)

    YanıtlaSil
  13. Semiha9/23/2024

    Kaleminize sağlık

    YanıtlaSil
  14. Mehtap S.9/26/2024

    İnsandan çıkan bedelin hiçbir zaman ziyan olmadığını bilmek nasıl büyük bir ferahlık ve huzur veriyor insana.O yüzden iyi ki soyut yasalar var.

    YanıtlaSil
  15. Adsız9/26/2024

    Elinize sağlık çok güzel bir yazı , hayatta ki bu döngünün ne güzel bir izahı olmuş . Teşekkürler.

    YanıtlaSil
  16. güzel bir kalemden akış ...

    YanıtlaSil
  17. Adsız9/28/2024

    Kaleminize sağlık çok güzel bir yazı🌺

    YanıtlaSil
  18. metaforlar çok iyi olmuş :)

    YanıtlaSil
  19. Birgül10/11/2024

    Oysa bedellerimiz, bazen direk istediğimiz sonuç olarak karşımıza çıkar, bazen de form değiştirir.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sadakat mi? Açık İlişki mi?

  Hiçbir şey açıkta ve açık bırakılmamışken, Bir badem tanesi üzerinde kaç kat var onu koruyan biliyor musun? Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Minik bir badem tanesi yedi kat ile sarılmış, neden acaba? Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Bezelyeler bir salkım içerisinde ve üzeri yedi kat fermuarla kapatılmış şekilde büyüyor, Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, İnsan vücudu baştan sona deri ile kaplı, gözlerinde kapakları var… Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Tüm ağaçların kökleri saklı ve tüm gövdeler kabuklar ile kapanmış… Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Portakal yemişsindir, meyveye ulaşana kadar kaç katmandan geçtin, değil mi? Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Ne tesadüf ki Mandalina da öyle, limon da hatta şimdi aklına düşen diğerleri de… Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Her şey böyle olunca, insan da çoğu şeyi öyle yapmış, belki bilerek belki bilmeyerek… Kitap yapar ona kapak ekler, defter yapar kapak ekler, bir şey üretir onu bir kutuya...

MEMNUN OLMAYAN EVLATLAR

Kızını uyandırmaya çalışıyordu Ayşe. Her sabah aynı şeyler yaşanıyordu. Uyanmakta zorlanıyor, okula gitmek istemiyordu. Hayatı bile annesinin zoruyla yaşıyor gibi bir hali vardı. Annesi, yokuş yukarı, bozuk bir arabayı ittiriyormuş gibi hissediyordu. Çünkü kızı hiçbir şey yapmak istemiyordu. Adeta yaşama sevincini kaybetmişti.   Üniversite sınavlarında, istediği bölüme puanı yetmeyince, ailesi hemen imdadına koşup, “Sana okul mu yok yavrum? ” diyerek, özel bir okula yazdırmışlardı. Evlatlarını mutlu edebilmek için tüm imkânlarını seferber etmişlerdi. Hayatta isteyip de sahip olamadığı hiçbir şey yoktu. Çocukluğundan beri, ne istese, ikiletmeden yerine getirilmişti. Ama bir türlü Zehra’yı memnun edememişlerdi.   Her olayın içinde mutlaka şikâyet edecek bir şey bulabilmesi, annesini hayrete düşürüyordu. Zehra şikâyet ettikçe, ailesi, miktarları arttırıyor, “Neyi eksik yaptık acaba?” diyerek dertlere düşüyordu. Buldukları çözümse sürekli imkânları arttırmak oluyordu. Böyle ...

İNSAN KENDİNE AYNA TUTARMIŞ MEĞER

  Bir yandan hazırlanıyor bir yandan da söyleniyordu. “Dönem bitmeden hoca mı değişirmiş canım?” dedi öfkeyle. Küçücük çocuk bunlar zaten okula zor uyum sağladılar. Bir de şimdi yeni öğretmene alışmaya çalışacaklar. Ama çaresiz durumu kabul etti. Gidip görelim bakalım yeni öğretmeni belki eskisinden iyidir. Ama ne demişler? “Gelen gideni aratır.” Kafasında deli sorular ile okulun yolunu tuttu.   Bu yıl üçüncü sınıfa geçmişti Melek. Annesinin bütün planları ona göre yapılırdı. Her şey onun etrafında dönerdi. Kıymetlisiydi tüm ailenin. Bir dediği iki edilmezdi.    Yazın sıcak oluyor diye salonun ortasına şişme havuz bile kurmuştu annesi. “Yeter ki o mutlu olsun” derdi. Tırnağına taş değse yeri göğü inletirdi. Sınıfa girer girmez yeni gelen öğretmene kendisini tanıttı. Gayet sevimli güler yüzlü tavırları vardı. Fakat kısa zamanda öğretmen hanım gerçeği anlamıştı. Güler yüzün arkasındaki niyeti, evdeki gibi sınıftaki hâkimiyetini kaybetmemek içindi. Annesi; Melek...