Ana içeriğe atla

MİRAS

 

Her ailenin kendine has bir tarihi vardır. Bu tarih, sadece doğum ve ölüm kayıtlarından ibaret değildir. Aile, aynı zamanda bilgi ve deneyim hazinesi demektir. Her birey, önceki nesillerin tecrübelerini öğrenir. Bu bilgileri, bir miras gibi aktarılır. Bu öykü, ailemizde nesiller boyu süregelen deneyimlerin, bir çocuğun hayatını nasıl şekillendirdiğinin hikayesidir.

Büyükbabam Hüseyin, yoksul bir köyde büyümüştü. İlkokulu bitirdikten sonra, ekonomik zorluklar nedeniyle okumaya devam edememişti. Ancak bu onun öğrenmeye olan sevgisini hiç söndürmedi. Zanaatkâr bir babanın oğlu olarak, genç yaşta marangozluğa başladı. Ahşaba şekil vermenin inceliklerini öğrenirken, sabır ve disiplinin hayatındaki en değerli erdemler olduğunu fark etti. Bana,  “Evladım, işin ne olursa olsun, eğer severek yapmazsan, başarılı olamazsın!” diyerek verdiği öğüt, hala kulaklarımda çınlıyor.

Onun sadece marangozluk becerilerinden ibaret olmayan, soyut hassasiyetleri de vardı. İnsan ilişkilerindeki nezaketi ve cömertliğini gıptayla izlerdim. İnsanların kalbini kazanmanın kıymetini anlatırdı. Yalnızca gözlere hitap etmek için değil, gönüllere dokunmak için de çalışırdı. Bu düsturu, tüm aile bireyleri kendine miras bildi.

Babam, büyükbabamın marangozluk tezgâhında büyüdü. Ancak onun tutkusu farklıydı. O, makinelerle uğraşmayı seviyordu. Büyükbabamın sabırla öğrettiği disiplin ve özveri, babamın da rehberi olmuştu. Babam, genç yaşta işin mutfağında öğrendikleriyle mühendis olmaya karar verdi. O dönemde köyden çıkıp üniversiteye gitmek, büyük bir cesaret işiydi. Ancak babam, büyükbabamdan aldığı azimle bu zorluğun üstesinden geldi.

Her akşam soframızda, babam işte yaşadığı problemleri, bulduğu çözümleri anlatırdı. Onun teknik bilgisinin yanında, büyükbabamdan aldığı insana değer veren yaklaşımı da hepimize ilham verirdi. Babamın en sık söylediği sözlerden biri şuydu: “İyi bir mühendis olmanın yolu, iyi bir insan olmaktan geçer.”

İnsan, hayatı boyunca bir öğrenme süreci içindedir. Ancak bu süreç her zaman düz ve güvenli bir patika değildir. Çoğu zaman hatalarla, yanılgılarla, başarısızlıklarla şekillenir. Deneme-yanılma yöntemi, özellikle bireysel gelişimin kaçınılmaz bir parçasıdır. Ancak bu yol her zaman en verimli, en güvenli yol değildir. Bazı hataların bedeli, sadece zaman ya da maddiyatla sınırlı kalmaz. İnsan bazen, umut, motivasyon ve güven de kaybedebilir. Büyüklerim bu zorlu sürecin bazı kısımlarını kendi deneyimleriyle aşmış. Bana daha sağlam bir yol haritası bırakmışlardı. Onların yaşadıkları, benim için sadece geçmiş değil, aynı zamanda ileride düşebileceğim tuzakları gösteren işaret levhaları gibiydi.

Çocukluğumda, büyüklerimin izinden gitmek, bana doğal bir yol gibi görünüyordu. Ancak benim ilgi alanım daha farklıydı. Onlar zanaat ve mühendislikle uğraşırken, benim gözlerim gökyüzüne çevriliydi. Bilime, özellikle uzaya büyük bir merakım vardı. Ama onların bana aktardığı en önemli şey, ne yaparsam yapayım işime tutku ile sarılmam gerektiğiydi.

Bir gün babama, savunma sanayinde çalışmak istediğimi söylediğimde, gözlerinde bir parıltı gördüm. “Evlat, her mesleğin bir zorluğu vardır. Ama her iş, sevgi ve sabırla yapılırsa anlam kazanır. Büyükbabanın marangozluktaki becerisi, benim makinelerle olan ilişkim... Hepsi aynı temel değerlerden beslenir. Azim, çalışkanlık ve insan sevgisi. Sen de bu yolda ilerle, ama kendi yolunu kendin çiz.”

Babamın bu sözleri beni güçlendirdi. Üniversiteyi kazandığımda, evden ayrılmadan önce bana verdiği bir nasihat vardı: “Unutma, ne kadar ileri gidersen git. Köklerini hep hatırla. Çünkü sen, senden önceki nesillerin mirasısın!”

Bugün kendi mesleğimde ilerlerken, her gün büyüklerimin, bana bıraktığı bu manevi mirası yaşatmaya gayret ediyorum. Onlardan öğrendiğim en büyük ders, deneyimlerin sadece teknik bilgiyle sınırlı olmadığı. Deneyim aktarımı, aynı zamanda değerlerin, ahlakın ve insan olmanın inceliklerinin paylaşılmasıdır. Ailemin geçmişinden gelen bu değerler, bana sadece mesleki beceriler kazandırmadı. Aynı zamanda hayata dair, derin bir anlayış sağladı.

Her nesil, kendi deneyimlerini bir sonraki nesle aktarırken, aslında geleceğe bir miras bırakır. Öğrenmek sadece kendi hatalarından ders çıkarmak değildir. Başkalarının hatalarından da ders çıkartabilmek, insanı marifetlendirir ve olgunlaştırır. Asıl mesele, sana bırakılmış bir mirasın seni nereye yaklaştırdığıdır. Eğer o miras, seni daha iyi bir meslek erbabı, daha iyi bir insan yapıyorsa, işte o zaman gerçek anlamda zenginleşmişsindir.

 

Yorumlar

  1. Ellerinize sağlık. Deneyim transferi onemini bir kez daha gözler önüne serilmiş.

    YanıtlaSil
  2. Kaleminize saglik ☺️
    İnsanın neyi miras alması ve bırakması gerektiğinin önemi ne güzel anlatılmış 🌸

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sadakat mi? Açık İlişki mi?

  Hiçbir şey açıkta ve açık bırakılmamışken, Bir badem tanesi üzerinde kaç kat var onu koruyan biliyor musun? Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Minik bir badem tanesi yedi kat ile sarılmış, neden acaba? Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Bezelyeler bir salkım içerisinde ve üzeri yedi kat fermuarla kapatılmış şekilde büyüyor, Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, İnsan vücudu baştan sona deri ile kaplı, gözlerinde kapakları var… Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Tüm ağaçların kökleri saklı ve tüm gövdeler kabuklar ile kapanmış… Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Portakal yemişsindir, meyveye ulaşana kadar kaç katmandan geçtin, değil mi? Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Ne tesadüf ki Mandalina da öyle, limon da hatta şimdi aklına düşen diğerleri de… Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Her şey böyle olunca, insan da çoğu şeyi öyle yapmış, belki bilerek belki bilmeyerek… Kitap yapar ona kapak ekler, defter yapar kapak ekler, bir şey üretir onu bir kutuya...

MEMNUN OLMAYAN EVLATLAR

Kızını uyandırmaya çalışıyordu Ayşe. Her sabah aynı şeyler yaşanıyordu. Uyanmakta zorlanıyor, okula gitmek istemiyordu. Hayatı bile annesinin zoruyla yaşıyor gibi bir hali vardı. Annesi, yokuş yukarı, bozuk bir arabayı ittiriyormuş gibi hissediyordu. Çünkü kızı hiçbir şey yapmak istemiyordu. Adeta yaşama sevincini kaybetmişti.   Üniversite sınavlarında, istediği bölüme puanı yetmeyince, ailesi hemen imdadına koşup, “Sana okul mu yok yavrum? ” diyerek, özel bir okula yazdırmışlardı. Evlatlarını mutlu edebilmek için tüm imkânlarını seferber etmişlerdi. Hayatta isteyip de sahip olamadığı hiçbir şey yoktu. Çocukluğundan beri, ne istese, ikiletmeden yerine getirilmişti. Ama bir türlü Zehra’yı memnun edememişlerdi.   Her olayın içinde mutlaka şikâyet edecek bir şey bulabilmesi, annesini hayrete düşürüyordu. Zehra şikâyet ettikçe, ailesi, miktarları arttırıyor, “Neyi eksik yaptık acaba?” diyerek dertlere düşüyordu. Buldukları çözümse sürekli imkânları arttırmak oluyordu. Böyle ...

İNSAN KENDİNE AYNA TUTARMIŞ MEĞER

  Bir yandan hazırlanıyor bir yandan da söyleniyordu. “Dönem bitmeden hoca mı değişirmiş canım?” dedi öfkeyle. Küçücük çocuk bunlar zaten okula zor uyum sağladılar. Bir de şimdi yeni öğretmene alışmaya çalışacaklar. Ama çaresiz durumu kabul etti. Gidip görelim bakalım yeni öğretmeni belki eskisinden iyidir. Ama ne demişler? “Gelen gideni aratır.” Kafasında deli sorular ile okulun yolunu tuttu.   Bu yıl üçüncü sınıfa geçmişti Melek. Annesinin bütün planları ona göre yapılırdı. Her şey onun etrafında dönerdi. Kıymetlisiydi tüm ailenin. Bir dediği iki edilmezdi.    Yazın sıcak oluyor diye salonun ortasına şişme havuz bile kurmuştu annesi. “Yeter ki o mutlu olsun” derdi. Tırnağına taş değse yeri göğü inletirdi. Sınıfa girer girmez yeni gelen öğretmene kendisini tanıttı. Gayet sevimli güler yüzlü tavırları vardı. Fakat kısa zamanda öğretmen hanım gerçeği anlamıştı. Güler yüzün arkasındaki niyeti, evdeki gibi sınıftaki hâkimiyetini kaybetmemek içindi. Annesi; Melek...