Elif,
güzel mi güzel bir genç kız olmuştu. Anne ve babasının tek kızı olması
nedeniyle ailesi onu prensesler gibi yetiştirmişti. Küçüklüğünden beri ne
isterse yapılmış bir dediği iki edilmemişti. İlk gülümsemesi, ilk ses
çıkarması, ilk adımı, ilk diş çıkarması... Hepsinin hatırası abartılı
partilerle doluydu. Bugüne kadar her istediği, her hayal ettiği olmuştu.
Ailesinin
bebeklerini neredeyse pamuklara sarıp fanuslarda büyütmesinin sebebi uzun süre
çocuklarının olmayışıydı. Ailesi evlendiğinde otuzlu yaşlardaydı ve hemen bebek
sahibi olmak istemişti. Ama hayat onlara istedikleri bebeği on yıl sonra verdi.
Çok istedikleri çok geç olunca onlar da kızları ne isterse hemen yerine
getirdiler.
Elif
artık on sekiz yaşına gelmiş bir genç kızdı. Sıra ailesinin ona verdiği sözü
yerine getirmeye gelmişti. “Canım kızımız sana on sekiz yaşına bastığında
muhteşem bir doğum günü partisi yapacağız.”
Elif, doğum günü yaklaşırken son birkaç ay muhteşem günün hayalini yaşıyordu. Her gece yatağa yattığında değişik bir parti simülasyonu gözünün önünden geçiyordu. Abarttıkça abartıyordu. Ailesi her partide çıtayı bir üst noktaya koydukları için her şeyi yapabilirlerdi.
Doğum gününden bir gün önce yine başını yastığa koyunca hayallere daldı. Çok heyecanlıydı. Kendini beyaz bir atın üstünde düşündü; bembeyaz gelinliği andıran güpür işleme elbisesi ile. Elbisenin uzun kuyruğu adeta atın üstünü kaplamıştı. Yemyeşil bir bahçe içinde süzülerek gidiyordu. Birden at durdu ve beyaz kıyafetli bir genç adam ona elini uzattı ve attan indirdi. Çocuk masallardaki beyaz atlı prens gibiydi ve ona âşık oldu. Sağdan soldan patlayan havai fişeklerin renkleri gözlerini kamaştırıyordu. O arada uykuya daldı. Sabah kalktığında hayali tek tek gerçekleşiyordu. Annesi ona uzun kuyruklu beyaz gipürlü elbisesini giydirdi. Bahçeye indiğinde beyaz atı kapıda onu bekliyordu. Evin kocaman bahçesine havai fişekler yerleştirilmişti. Ve o elini uzatan genç adama âşık oldu.
Genç
çocuk organizasyon firmasının tuttuğu bir elemandı. Ailesinden uzakta
üniversite okuyan, kendi parasını kendi kazanan biriydi. Ailesine de katkı
sağladığı için hafta sonları böyle organizasyonlara katılıp kazandığı parayı
ailesine gönderiyordu.
Elif’in
her istediği yapıldığı için bu çocukla görüşmesini ailesi pek istemese de bir
şey diyemiyorlardı. En son buluşmalarında Elif genç çocuktan muhteşem bir gün
adına söz aldı. Çocuk da kabul etti.
-Tamam
sana yarın muhteşem bir gün yaşatacağım, saat sekizde hazır ol.
Elif
yine yastığa kafasını koydu ve muhteşem gün için senaryo versiyonları yazmaya
başladı. Genç çocuk beyaz spor arabasıyla kapıya gelmiş, Elif korna sesine
merdivenlerden aşağıya koşarak iniyordu. Arabaya bindi ve araba çok sevdiği
sahile doğru gidiyordu. Bir anda Kız Kulesi’ni gördü. Sahile yanaştılar ve
çocuk Elif’in gözlerini kapattı. Tekneyle Kız Kulesi’ne geçerken gözlerini açtı
ve Kız Kulesi’nden patlayan havai fişekler, uçan rengarenk balonlar ve göz
kamaştıran tektaş yüzük eşliğinde evlenme teklifi etti. Heyecandan kalbi
yerinden çıkacaktı. Yine uykuya daldı. Kalkar kalkmaz hazırlanmaya başladı.
Kıyafet
seçimi, makyajı, ayakkabı çanta uyumu... Çok işi vardı. Korna sesiyle aşağıya
indi. Genç çocuk beyaz arabasıyla onu bekliyordu. Araba spor olmasa da beyazdı.
Genç çocuk Üsküdar’a doğru gidiyordu, evet evet denizi gördü kalbi çarpmaya
başladı. Kız Kulesi’nin tam karşısına gelince çocuk arabayı park etti. Elif’in
hayalinde yaşadığı her şey doğru gidiyordu. Kalbi daha da hızlanmaya başladı.
İç sesini bir türlü susturamıyordu. Genç çocuk Elif’ten gözlerini kapatmasını
istedi. Elif için zaten sırada bu vardı. Hemen gözlerini kapattı. Biraz yürüdü
sonra birkaç basamak indi.
-Elif
artık gözünü açabilirsin. Bu çay bahçesini çok seviyorum. Sık sık da gelirim.
Denizi seyrederken çayımı yudumlamak beni çok mutlu ediyor. Umarım seni de
mutlu eder...
Elif
genç çocuğun söylediklerini sanki kulağına su kaçmış gibi bir uğultuyla
duyabildi. Etrafına bakındı, gözlerini ovuşturdu tekrar bakındı. Havai
fişekler, uçan balonlar, tekne, yüzük hiçbir şey yoktu. Sadece gerçekler vardı.
Hayatta
her zaman her şey muhteşem gitmez. Her insanın “muhteşem” anlayışı yani mutlu
olması farklıdır. Kimi şatafattan, abartıdan, lüksten mutlu olurken kimi de
deniz kenarında çayını yudumlarken mutlu olur. Aslında baktığınızda ikisinin de
aldığı lezzet aynıdır. Ama insan yanılır. Hep
daha fazlasıyla mutlu olacağını zanneder. Çıtayı her seferinde yükseltir ve
umduğunu bulamayınca da mutsuz olur.
Yorumlar
Yorum Gönder