Ana içeriğe atla

BUGÜN BENİM BAYRAMIM

 

Günlerden pazardı, hava öyle güzeldi ki… Bahar tüm coşkusuyla şehre gelmişti. Her yerde rengarenk, farklı kokulu güller açmıştı. Emine teyzenin gülleri de tabii. Öyle güzel bir gül bahçesi vardı ki… İnsanın aklına gelecek her türden güller; yediveren gülü, Japon gülü, sarmaşık gülü, Isparta gülleri ve daha nicesi… Emine teyze onlara çocuğu gibi bakıyordu, hatta bazen çocuklardan daha fazla zaman ayırıyordu güllerine. Çocukları da arada sitemle “Anne gülleri mi yoksa bizi mi daha çok seviyorsun?” derlerdi.

Elif’te bir bahar sabahı 23 Nisan’ın coşkusuyla uyanmış. Okulun bando takımında olduğu için gece uyuyamamış içi kıpır kıpırdı. İlk kez bayram şenliğine katılacaktı. Hem de kortejin önlerinde ona yer vermişlerdi. Bando kostümünü giymiş, en sevdiği ponponlu pembe tokasını takmıştı. Pembe kostümünün içerisinde kendini çok daha farklı hissediyordu. Pembe olan her şeyi çok severdi.

Okula doğru yol alırken Emine teyzenin pembe güllerine gözü takıldı, kocaman çanak çanak açmıştı her biri. Gözlerini alamadı. Sanki bir masal bahçesinin içine düşmüştü. Öyle de güzel kokuyorlardı ki; sokağın başında duyduğu kokunun bu koku olduğunu fark etti. Bunlara kendi yörelerinde “Tas gülü” denirdi. Emine teyzenin sabah ilk işi güllerine bakmak olduğu için Elif ile karşılaştılar. Elif heyecanla “Günaydın Emine teyzeciğim” dedi ve gülleri çok beğendiğini, güllerden bir tane kendisine verip veremeyeceğini sordu. Emine teyze çok sert bir şekilde “Hayır” dedi. Elif bu cevabı duymayı hiç beklemiyordu. Sonuçta Emine teyzenin bahçesinde yüzlerce gül açmıştı, bir tanesini Elif’e verse ne olurdu sanki? Tekrar şansını denedi. “Emine teyzeciğim, ama bugün benim bayramım, bugün 23 Nisan çocuk bayramı” dedi tüm sempatikliği ile. Emine teyze daha sert bir tonda “Ben bayram filan bilmem, sana verecek gülüm yok.” diye cevap verdi. Anlaşılan bugün ters gününden kalkmıştı. Elif bir tanecik gülü ona vermemesine çok bozuldu. Emine teyzenin ara sıra sinirli çıkışları tüm mahallece biliniyordu. Yaşı ileri olduğu için insanlar da pek ses etmezdi. Elif’in uyandığındaki coşkusu yok olmuş, hatta gözleri ağlamaklı olmuştu.

Elif’in anne babası öğretmen, Emine teyzenin aksine olabildiğince yumuşak karakterliydiler. Elif’i merhametle büyütmüşlerdi. Emine teyze ise tam tersi hem sert hem de bazen çok merhametsiz olabiliyordu, hatta Anadolu’da böylelerine “Merhamet damarı kurumuş” derlerdi.

Annesi Elif’e insanları affetmenin iyi bir şey olduğundan da bahsederdi. İnsanlara merhamet gösterirse kendisine de bir gün bir yerlerde birinin merhamet göstereceğini söylerdi. Annesinin dediğini tam anlamasa da söylediği çoğu şey doğru çıkardı. O da Emine teyzeyi affetmeye karar verdi, küs kalmayı zaten hiç sevmezdi. Aklına annesinin çok sevdiği peygamberinin torunları ile ilgili anlattığı çocuklarla ilgili hikayeler gelmişti. Çocuklarla çocuk olduğundan, şakalaştığından, çok yumuşak tavırlı olduğundan ve hem torunlarına hem de mahallesindeki çocuklara hediye aldığından bahsederdi annesi.

Bir gün acaba Emine teyzeye “O’nu” anlatsam mı diye içinden geçirdi. Belki de kalbine merhamet gelir diye düşündü. Annesinin misafirliğe gittiği bir gün kendisi de gitti ve Peygamberimizin özellikle çocuklara karşı çok merhametli olduğu, onlarla oyun oynadığı hatta küçük bir çocuğun serçesi ölünce; çocuğun yanına teselli için gittiğinden bahsetti. Emine teyze, küçük kızın bu tavrı karşısında gözleri yaşardı ve içten içe çocuğa geçen günkü yaptığı davranış için pişman oldu. Elif ve annesini uğurlarken; bir demet gül buketi yapıp hiçbir şey söylemeden pembe kapla kaplayıp Elif’e verdi. Elif küçük serçeler gibi sevinçten havalara uçmuştu. Böyle bir hediye beklemiyordu doğrusu.

Normalde büyükler küçükleri yetiştirirdi ama Elif’in annesi Elif’i öyle güzel yetiştirmişti ki; 80 yaşındaki Emine teyzenin küçücük bir hikâye ile davranışını değiştirmesine sebep olmuştu…

 

 

Yorumlar

  1. Adsız4/23/2025

    Elinize sağlık 🌷

    YanıtlaSil
  2. Seniha4/23/2025

    Şeker mi şeker, bayram tadında bir yazı olmuş 🍬

    YanıtlaSil
  3. Adsız4/23/2025

    İnsanları sevindirmek de bir çeşit sadaka, ellerine sağlık 🤍

    YanıtlaSil
  4. öğretmen olmak çok büyük fırsat bu hayatta. Ancak hakkıyla ve severek yapanlara

    YanıtlaSil
  5. Adsız4/26/2025

    İnsanın herkesn öğreneceği bir şey olabilir...

    YanıtlaSil
  6. Hicret5/02/2025

    Çoookk güzel bir yazı… :)
    Her gün bayram gibi davranabilirsek her şey nasılda güzel olurdu değil mi.? 🌿

    YanıtlaSil
  7. Kaleminize sağlık🌸🌸🌸🌸

    YanıtlaSil
  8. Adsız5/03/2025

    Bir gül ile değişen bir hayat, kaleminize sağlık

    YanıtlaSil
  9. Öğrenmenin yaşı yok. Herkes herkesten bir şey öğrenebilir. Önemli olan gerçek ve faydalı şeyler öğrenerek hayatımıza albilmek

    YanıtlaSil
  10. Adsız5/04/2025

    Merhameti bilmeyenlerin, genelde, hiç ummadıkları birinden öğrenecek şeyleri olur.

    YanıtlaSil
  11. Adsız5/09/2025

    Öğrenmek her yaşta..Her yaştan insana özgü...teşekkürler

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sadakat mi? Açık İlişki mi?

  Hiçbir şey açıkta ve açık bırakılmamışken, Bir badem tanesi üzerinde kaç kat var onu koruyan biliyor musun? Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Minik bir badem tanesi yedi kat ile sarılmış, neden acaba? Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Bezelyeler bir salkım içerisinde ve üzeri yedi kat fermuarla kapatılmış şekilde büyüyor, Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, İnsan vücudu baştan sona deri ile kaplı, gözlerinde kapakları var… Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Tüm ağaçların kökleri saklı ve tüm gövdeler kabuklar ile kapanmış… Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Portakal yemişsindir, meyveye ulaşana kadar kaç katmandan geçtin, değil mi? Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Ne tesadüf ki Mandalina da öyle, limon da hatta şimdi aklına düşen diğerleri de… Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Her şey böyle olunca, insan da çoğu şeyi öyle yapmış, belki bilerek belki bilmeyerek… Kitap yapar ona kapak ekler, defter yapar kapak ekler, bir şey üretir onu bir kutuya...

MEMNUN OLMAYAN EVLATLAR

Kızını uyandırmaya çalışıyordu Ayşe. Her sabah aynı şeyler yaşanıyordu. Uyanmakta zorlanıyor, okula gitmek istemiyordu. Hayatı bile annesinin zoruyla yaşıyor gibi bir hali vardı. Annesi, yokuş yukarı, bozuk bir arabayı ittiriyormuş gibi hissediyordu. Çünkü kızı hiçbir şey yapmak istemiyordu. Adeta yaşama sevincini kaybetmişti.   Üniversite sınavlarında, istediği bölüme puanı yetmeyince, ailesi hemen imdadına koşup, “Sana okul mu yok yavrum? ” diyerek, özel bir okula yazdırmışlardı. Evlatlarını mutlu edebilmek için tüm imkânlarını seferber etmişlerdi. Hayatta isteyip de sahip olamadığı hiçbir şey yoktu. Çocukluğundan beri, ne istese, ikiletmeden yerine getirilmişti. Ama bir türlü Zehra’yı memnun edememişlerdi.   Her olayın içinde mutlaka şikâyet edecek bir şey bulabilmesi, annesini hayrete düşürüyordu. Zehra şikâyet ettikçe, ailesi, miktarları arttırıyor, “Neyi eksik yaptık acaba?” diyerek dertlere düşüyordu. Buldukları çözümse sürekli imkânları arttırmak oluyordu. Böyle ...

İNSAN KENDİNE AYNA TUTARMIŞ MEĞER

  Bir yandan hazırlanıyor bir yandan da söyleniyordu. “Dönem bitmeden hoca mı değişirmiş canım?” dedi öfkeyle. Küçücük çocuk bunlar zaten okula zor uyum sağladılar. Bir de şimdi yeni öğretmene alışmaya çalışacaklar. Ama çaresiz durumu kabul etti. Gidip görelim bakalım yeni öğretmeni belki eskisinden iyidir. Ama ne demişler? “Gelen gideni aratır.” Kafasında deli sorular ile okulun yolunu tuttu.   Bu yıl üçüncü sınıfa geçmişti Melek. Annesinin bütün planları ona göre yapılırdı. Her şey onun etrafında dönerdi. Kıymetlisiydi tüm ailenin. Bir dediği iki edilmezdi.    Yazın sıcak oluyor diye salonun ortasına şişme havuz bile kurmuştu annesi. “Yeter ki o mutlu olsun” derdi. Tırnağına taş değse yeri göğü inletirdi. Sınıfa girer girmez yeni gelen öğretmene kendisini tanıttı. Gayet sevimli güler yüzlü tavırları vardı. Fakat kısa zamanda öğretmen hanım gerçeği anlamıştı. Güler yüzün arkasındaki niyeti, evdeki gibi sınıftaki hâkimiyetini kaybetmemek içindi. Annesi; Melek...