Ana içeriğe atla

HERKES HATA YAPABİLİR…

 

Havaların soğuması ile birlikte kış kendini iyice hissettirmeye başlamıştı. Etraf bembeyaz kar örtüsüne bürünmüştü. Adeta, görsel bir şölen olmuştu.

Oktay, yağmur kar demez, üşenmeden her sabah spor yapardı. Genellikle de koşmayı tercih eder, formda kalmaya özen gösterirdi. İyi bir şirkette çalışıyordu ve orada dış görünüm çok önemliydi. 

O gün de koşmuş, duşunu almış, kahvaltısını ederek, giyinmek üzere odasına geçmişti. Pantolonunun ütüsü istediği gibi değildi. Eşi Selma’ya seslendi.

-Selma bu pantolonun hali nedir?

-Ne varmış halinde?

-Doğru düzgün ütülememişsin ki bununla nasıl işe gideyim? Bir işi de düzgün yapsan olmaz mı? Diyerek, kapıyı çarpıp, sinirle evden çıktı.

Selma üzgün bir şekilde, günü akşam etti. Oktay gecikmişti. “Yemeğe gelecek misin?” diye sormak için aradı. Fakat aradığı kişiye şu anda ulaşılamıyordu. Selma hazırladığı masaya tek başına oturup, yine tek başına yedi. Netice de iki canlıydı ve çok acıkmıştı. Oktay’ın bu ani öfke patlamalarına artık sabredemiyordu. Onunla ne zaman konuşsa;

-Tamam Selma, bundan sonra daha dikkatli olurum, diyordu ama değişen hiçbir şey olmuyordu. Ya da ne zaman kavga etseler, Selma annesine gidiyordu. Biraz uzak kaldıklarında, Oktay elinde çiçekle gelip, özür diliyordu. Ama aynı davranışları tekrar tekrar yapıyordu.  

Sizce de bir insanın hatasını anlaması için özür dilemesi yeterli midir? Yoksa o hatayı bir daha yapmıyor olması mı gerekir?

İnsan doğasında hataya meyilli olmak vardır. Ve insan ancak, hatalarının farkında olduğunda hayatta ilerleyebilir. Nasıl ki hatasız olmaya çalışmak insana uygun değilse, aynı konuda, aynı hatayı yapmak da insan için doğru değildir. Hayat insana sürekli bir şey öğretir. Ya hatalarının sonucunda ya da başkalarının ona aktardığı deneyimlerle. Öğrenen insan hatasını düzeltip tekrar aynı hataya düşmez.

İlk kez araba kullanırken hatalarımız olur. Ama sürekli aynı hatayı yapıyor olmak bu konuyu öğrenemediğimiz anlamına gelir. Mutfağa yeni girmiş birisi ilk denemesinde yemeği yakabilir. Ama sürekli yemeği yakıyorsa, yaptığı hatada ısrar ediyor ve gelişme kaydedemiyor demektir. Ne de olsa aynı sebepler aynı sonuçları doğurur. Tıpkı, Oktay gibi...

Aslında Oktay çocukluğundan beri mükemmeliyetçi bir yapıya sahipti. Bu yüzden ailesi ve arkadaşları ile olan ilişkilerinde de problem yaşardı. Oyun oynarken, kurallara uymayanlara kızardı. Onlarla bir daha oynamazdı. Kardeşi onun oyuncağını istese, oynamasına izin vermezdi. Ödevlerine çok özen gösterir, en çok kendi ödevinin beğenilmesini isterdi. Sadece kendi başarısına odaklanırdı. İyi olduğu derslerde, kendisine danışanlara, yardımcı olmayı da sevmezdi. Bu yüzden Oktay, yalnız bir çocukluk geçirmişti. Üniversiteye başladığında bölüm birincisi olmak adına, herkesten çok ders çalışıyordu. Hatta ara tatillerde bile ailesini görmeye gitmezdi. “Notlarım her şeyden önemli” diyerek, ailesini bile ikinci plana atardı. Ara ara kendine “Ben neden bu kadar yalnızım?” diye sorar, çok düşünmeden; “Başarı istiyorsan, böyle olmak zorunda!” diye kendini cevaplardı. İlişkilerinde, insanlara ayıracak zamanı olmadığı için yalnızlık, onun normali olmuştu. Ta ki, Selma hayatına girene kadar...

Selma ile okulun kafesinde bir kaza sonucu tanışmışlardı. Selma elinde kahvesi arkadaşlarıyla koridorda hızlı yürürken, birden arkasına dönmüş ve Oktay’ın üzerine kahvesini dökmüştü.

-Dikkat etsene!

-Ay çok özür diliyorum.  Kazayla oldu. İyi misin?

-Bırakın, tamam. Sürmeyin peçetenizi...

-Ama olmaz böyle. 

-Tamam bırakın, dedim. Lütfen kes şunu, bırak!

Oktay’ın sesi, koridorda yankılandı. Selma hatasını telafi etmek için yardımcı olmaya çalışsa da Oktay bu kadar dikkatsiz olunmasına, kıyafetinin kirlenmesine çok sinirlenmişti. Bağırdıktan sonra sesini fazla yükselttiğini fark etti.

-Tamam affedersiniz, fazla bağırdım.

Selma çantasını alıp, üzerine çevrilmiş gözlerden mahcup bir şekilde, oradan uzaklaştı. Ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Akşam okul çıkışı, Oktay’ı karşısında görünce şaşırdı.

“Sizden özür dilemek istiyorum” ile başlayan konuşma, evlilikle tamamlanmıştı. Selma yemeğini yiyip, bulaşıkları toplarken demek ki o günkü özrü, ilk özrü olmayacakmış diye düşündü. Ihlamur çayı dolu bardağını alıp, camın kenarına oturdu. Oktay ile ilk tanıştığı o günü düşündü. Küçük bir hata, bambaşka bir hayata sürüklemişti onu ve Oktay’ı. Eşini seviyordu ve yakında bir bebekleri olacaktı. Ama Oktay, çok zor bir insandı. Asla hata yaptığını kabullenemeyen bir yapısı vardı. Aslında evlilikleri boyunca yaşadıkları tüm sıkıntının kaynağı da Oktay’ın bu tavrıydı. “Ben insanım, hata yapabilirim!” demek, neden bu kadar zor geliyordu? Ailesi ve çevresindekilerle de aynı sebepten dolayı mesafeliydi. Biraz düzelse, yine bir şekilde insanların kalbini kırmayı başarıyordu. Bu yüzden, özür dilemesi hiçbir şey ifade etmiyordu.

Hayat hatada ısrarı kabul etmiyor, sebepleri değiştirmedikçe de hiçbir şey değişmiyordu…

Yorumlar

  1. Ayşe Nur Varlı12/28/2024

    Hayat bize daha ne kadar açık işaret göstersin ki? İşaretleri okumamak demek, elini ateşe sokmak demek. Kaleminize sağlık 🌸

    YanıtlaSil
  2. Elinize sağlık 🌷

    YanıtlaSil
  3. Yanlışlarımızi düzeltip bir şeyler öğrenebilrsek onyanlislarimiz en güzel öğreten öğretmenimiz oluyor.🙂

    YanıtlaSil
  4. Bir kabul etsek problem çözülecek kabul çok zor.

    YanıtlaSil
  5. Hata tekrarı kadar tehlikeli ne olabilir ki başka bu hayatta. Mükemmeliyetçilikte öyle. Emeğinize sağlık. Çok başarılı bir yazı

    YanıtlaSil
  6. Hatada ısrar eden ve ben böyleyim diyen insanla yaşamak zor. Ama neden biz bu insanlayız…

    YanıtlaSil
  7. Adsız1/05/2025

    Özür dilemek güzel ama hatanın düzeltme eylemi yani uygulama yoksa gerçek değil.

    YanıtlaSil
  8. Adsız1/05/2025

    Kaleminize sağlık

    YanıtlaSil
  9. Bir kişi hata tekrarı yapmıyorsa, hatasını düzeltiyorsa; özür dilemiştir demek.

    YanıtlaSil
  10. İnsan hata yapan bir canlı

    YanıtlaSil
  11. Burcu A.2/06/2025

    İnsanı yücelten hatasını kabullenip bir daha yapmamaktır

    YanıtlaSil
  12. E.sena3/14/2025

    Güzel bir yazı

    YanıtlaSil
  13. Hicret4/16/2025

    Düşününce ne kadar da doğru… İnsan aynı davranışları sergiliyor ve sonucun değişmesini istiyor…
    Sonuçların değişmesini istiyorsak, sebeplere konsantre olmalıyız… 🌿

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sadakat mi? Açık İlişki mi?

  Hiçbir şey açıkta ve açık bırakılmamışken, Bir badem tanesi üzerinde kaç kat var onu koruyan biliyor musun? Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Minik bir badem tanesi yedi kat ile sarılmış, neden acaba? Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Bezelyeler bir salkım içerisinde ve üzeri yedi kat fermuarla kapatılmış şekilde büyüyor, Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, İnsan vücudu baştan sona deri ile kaplı, gözlerinde kapakları var… Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Tüm ağaçların kökleri saklı ve tüm gövdeler kabuklar ile kapanmış… Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Portakal yemişsindir, meyveye ulaşana kadar kaç katmandan geçtin, değil mi? Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Ne tesadüf ki Mandalina da öyle, limon da hatta şimdi aklına düşen diğerleri de… Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Her şey böyle olunca, insan da çoğu şeyi öyle yapmış, belki bilerek belki bilmeyerek… Kitap yapar ona kapak ekler, defter yapar kapak ekler, bir şey üretir onu bir kutuya...

MEMNUN OLMAYAN EVLATLAR

Kızını uyandırmaya çalışıyordu Ayşe. Her sabah aynı şeyler yaşanıyordu. Uyanmakta zorlanıyor, okula gitmek istemiyordu. Hayatı bile annesinin zoruyla yaşıyor gibi bir hali vardı. Annesi, yokuş yukarı, bozuk bir arabayı ittiriyormuş gibi hissediyordu. Çünkü kızı hiçbir şey yapmak istemiyordu. Adeta yaşama sevincini kaybetmişti.   Üniversite sınavlarında, istediği bölüme puanı yetmeyince, ailesi hemen imdadına koşup, “Sana okul mu yok yavrum? ” diyerek, özel bir okula yazdırmışlardı. Evlatlarını mutlu edebilmek için tüm imkânlarını seferber etmişlerdi. Hayatta isteyip de sahip olamadığı hiçbir şey yoktu. Çocukluğundan beri, ne istese, ikiletmeden yerine getirilmişti. Ama bir türlü Zehra’yı memnun edememişlerdi.   Her olayın içinde mutlaka şikâyet edecek bir şey bulabilmesi, annesini hayrete düşürüyordu. Zehra şikâyet ettikçe, ailesi, miktarları arttırıyor, “Neyi eksik yaptık acaba?” diyerek dertlere düşüyordu. Buldukları çözümse sürekli imkânları arttırmak oluyordu. Böyle ...

İNSAN KENDİNE AYNA TUTARMIŞ MEĞER

  Bir yandan hazırlanıyor bir yandan da söyleniyordu. “Dönem bitmeden hoca mı değişirmiş canım?” dedi öfkeyle. Küçücük çocuk bunlar zaten okula zor uyum sağladılar. Bir de şimdi yeni öğretmene alışmaya çalışacaklar. Ama çaresiz durumu kabul etti. Gidip görelim bakalım yeni öğretmeni belki eskisinden iyidir. Ama ne demişler? “Gelen gideni aratır.” Kafasında deli sorular ile okulun yolunu tuttu.   Bu yıl üçüncü sınıfa geçmişti Melek. Annesinin bütün planları ona göre yapılırdı. Her şey onun etrafında dönerdi. Kıymetlisiydi tüm ailenin. Bir dediği iki edilmezdi.    Yazın sıcak oluyor diye salonun ortasına şişme havuz bile kurmuştu annesi. “Yeter ki o mutlu olsun” derdi. Tırnağına taş değse yeri göğü inletirdi. Sınıfa girer girmez yeni gelen öğretmene kendisini tanıttı. Gayet sevimli güler yüzlü tavırları vardı. Fakat kısa zamanda öğretmen hanım gerçeği anlamıştı. Güler yüzün arkasındaki niyeti, evdeki gibi sınıftaki hâkimiyetini kaybetmemek içindi. Annesi; Melek...