Ana içeriğe atla

NE KADAR DA AZ DÜŞÜNÜYORUZ

 

Dişçi koltuğu Sema’nın hiç yabancı olmadığı bir koltuktu. Çocukluğu neredeyse dişçi koltuklarında geçmişti. İşte yine kendini burada buluvermişti. Tanıdık bildik bir düzendi. Ama geçen onca seneden sonra ilerleyen teknoloji ile birlikte; tedavi şekilleri, imkanlar ne kadar da farklılaşıyordu.

- “Hiçbir şey yerinde durmaz, ya ileri gider ya geri gider’’ demişti en yakın arkadaşı verdiği bir seminerde. O da;

+ “Nasıl olur? Ama ya duran şeyler?” demişti itiraz ederek.

- “Duran şey de aslında ileri gitmediği için geriler.” cevabını anlamıştı Sema. Önceleri anlam verememişti, ama sonradan idrak etmişti bu gerçeği.

Gerçekten de şimdi bulunduğu diş kliniği onun çocukluğundaki gibi dursa idi, diğerlerine göre geri kalmış olacaktı.

Dişçi koltuğuna oturur oturmaz; önündeki ekranda, kendinden önceki hastanın isminin yazılı olduğu röntgenin görüntüsünü incelemeye başladı. Ardından kendi röntgen görüntüsü ile değişti ekran.

Dişlerine baktı, dizilimine baktı. Her birinin damarlarla bağlantılarına baktı, köklerine baktı. Arada üstleri beyaz beyaz olan görüntüler vardı. Ne kadar diğerlerinden farklı olduğu belli oluyordu. Daha önce yapılmış olan dolgulardı bunlar. Gerçeği bilen insan için gerçek olmayan, aslında nasılda kendini belli ediyordu.

Nasıl bir dizilim vardı insanın ağzındaki dişlerde? Hayranlık duyulacak bir şeydi. Sonra az önceki görüntüde kendisininkine benzeyen farklı bir dizilim olduğunu düşündü. Sonra eşinin de kızının da bu klinikte farklı tedaviler gördüğünü anımsadı. Onların da aynı şekilde idi dizilimleri. Sonra başka hastaların da aynı dizilimi olduğunu düşündü. Sonra bu mahalledeki, bu şehirdeki, bu ülkedeki, tüm dünyadaki insanların da aynı diziliminin olduğunu düşündükçe bunu daha önce nasıl düşünememiş olduğuna hayıflandı. Ve daha önce yaratılmış insanlar ile daha sonra yaratılacakların da aynı dizilimin olması.

Daha bunun göz kısmı var, göz bebeği, göz yaşı, göz kapağı, göz kapağını kolayca açıp kapamaya yarayan sıvı, kapaktaki kirpikler. Hatta minicik bir karıncanın bile gözleri, o minicik gözlerdeki minicik göz damarları… Bir de kulak kısmı var, kulağın içindeki organlar mesela.. Titreşimleri ses olarak algılamak, algılamakla yetinmeyip insanın karşısındaki insanın isteğini bu vasıta ile anlayabilmesi. Daha yüz kısmından başka yerlere geçememişti bile düşünceleri. Bunun, burun kısmı var, ağız kısmı, yemek yeme kısmı… Saçı, eli, kolu… Kendisinin hiçbir gayret göstermeden kendi düzeni içerisinde ilerleyen sindirim sistemi, boşaltım sistemi…

Ya insanoğlunun bunları ayrı ayrı düşünerek, emek harcayarak, çalıştırması gerekseydi? Ne kadar yorucu olurdu... İnsanın yaratmadığı, kendi kontrolünde olmadığı ama kendi faydasına olan ne çok şey vardı aslında. Ve bunun karşılığında da; kendi kendine işleyen bir sistemde kendini hep üstün gören insan. Çalışıp didinip kazandığı şeyleri çok büyük bir marifet gibi görürken, aslında onları yiyebileceği, tat alabileceği, boşaltabileceği bir sistemin ona hizmet ettiğinden nasıl da habersiz. Müdahale edemediği pek çok şey olduğunu nasıl da atlıyordu.

Ve bu sistem aslında kâinat kurulduğundan bu yana bu şekilde ilerleyip gidiyordu. Doğadaki sayısız canlının rızkı, onların birbiriyle iletişimi, ilişkisi… Bundan öncekiler, şimdikiler ve bundan sonrakiler…

Düşündükçe neredeyse içinden çıkılmaz bir hale gelecek olan şeylerin, hiçbir problem olmadan, birbiriyle çakışmadan, sistemli bir şekilde, mükemmel bir düzende ilerliyor olması, nasıl da göz ardı ediliyordu. Bunlar birer gerçekti ve gerçekler nasıl da göz ardı ediliyordu.

Arkadaşının seminerde söylediği söz aklına geldi yine;

“Deneyimsel Öğreti der ki; gerçek bilgi, bir bilgiden başka bir bilgiye kolayca ulaşmanı sağlar.

Şimdi anlamıştı Sema anlatılmak isteneni ve mırıldandı;

- “Ne kadar da az düşünüyoruz!”

 


 

 

Yorumlar

  1. Tuba S.5/10/2024

    İnsan her gün aynı şeyleri yaşıyormuş gibi hisseder ama bir farkındalık olunca hiç bir şeyin tesadüf olmadığını herseyin bir mesaj içerdiğini anlayabilir farkındalık ise merakla başlar.gercek ise kendini merak edenlere gösterir.Kalmeinize ve yüreğinize sağlık

    YanıtlaSil
  2. Ne kadar da az düşünüyormuşuz... Elinize emeğinize sağlık...

    YanıtlaSil
  3. Evet az düşünüyoruz. maalesef... Düşündüren bir yazı olmuş teşekkürler.
    Hakkıyla irdelemeyi hakkıyla düşünmeyi nasip etsin Rabbim.

    YanıtlaSil
  4. Ellerinize sağlık çok güzel bir yazı olmuş 🌼

    YanıtlaSil
  5. Adsız5/15/2024

    Ne kadarda az düşünüyoruz hayatımızın özeti aslında...problemimiz olunca o konuda düşünmeye başlıyoruz.

    YanıtlaSil
  6. Adsız5/15/2024

    Kaleminize sağlık. Farkındalık oluşturuyor...

    YanıtlaSil
  7. Adsız5/17/2024

    Ellerinize sağlık 🌸

    YanıtlaSil
  8. Adsız4/03/2025

    Elinize sağlık 🌷 çok güzel bir yazı olmuş

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sadakat mi? Açık İlişki mi?

  Hiçbir şey açıkta ve açık bırakılmamışken, Bir badem tanesi üzerinde kaç kat var onu koruyan biliyor musun? Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Minik bir badem tanesi yedi kat ile sarılmış, neden acaba? Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Bezelyeler bir salkım içerisinde ve üzeri yedi kat fermuarla kapatılmış şekilde büyüyor, Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, İnsan vücudu baştan sona deri ile kaplı, gözlerinde kapakları var… Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Tüm ağaçların kökleri saklı ve tüm gövdeler kabuklar ile kapanmış… Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Portakal yemişsindir, meyveye ulaşana kadar kaç katmandan geçtin, değil mi? Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Ne tesadüf ki Mandalina da öyle, limon da hatta şimdi aklına düşen diğerleri de… Belki de ihtiyacın biraz düşünmek, Her şey böyle olunca, insan da çoğu şeyi öyle yapmış, belki bilerek belki bilmeyerek… Kitap yapar ona kapak ekler, defter yapar kapak ekler, bir şey üretir onu bir kutuya...

MEMNUN OLMAYAN EVLATLAR

Kızını uyandırmaya çalışıyordu Ayşe. Her sabah aynı şeyler yaşanıyordu. Uyanmakta zorlanıyor, okula gitmek istemiyordu. Hayatı bile annesinin zoruyla yaşıyor gibi bir hali vardı. Annesi, yokuş yukarı, bozuk bir arabayı ittiriyormuş gibi hissediyordu. Çünkü kızı hiçbir şey yapmak istemiyordu. Adeta yaşama sevincini kaybetmişti.   Üniversite sınavlarında, istediği bölüme puanı yetmeyince, ailesi hemen imdadına koşup, “Sana okul mu yok yavrum? ” diyerek, özel bir okula yazdırmışlardı. Evlatlarını mutlu edebilmek için tüm imkânlarını seferber etmişlerdi. Hayatta isteyip de sahip olamadığı hiçbir şey yoktu. Çocukluğundan beri, ne istese, ikiletmeden yerine getirilmişti. Ama bir türlü Zehra’yı memnun edememişlerdi.   Her olayın içinde mutlaka şikâyet edecek bir şey bulabilmesi, annesini hayrete düşürüyordu. Zehra şikâyet ettikçe, ailesi, miktarları arttırıyor, “Neyi eksik yaptık acaba?” diyerek dertlere düşüyordu. Buldukları çözümse sürekli imkânları arttırmak oluyordu. Böyle ...

İNSAN KENDİNE AYNA TUTARMIŞ MEĞER

  Bir yandan hazırlanıyor bir yandan da söyleniyordu. “Dönem bitmeden hoca mı değişirmiş canım?” dedi öfkeyle. Küçücük çocuk bunlar zaten okula zor uyum sağladılar. Bir de şimdi yeni öğretmene alışmaya çalışacaklar. Ama çaresiz durumu kabul etti. Gidip görelim bakalım yeni öğretmeni belki eskisinden iyidir. Ama ne demişler? “Gelen gideni aratır.” Kafasında deli sorular ile okulun yolunu tuttu.   Bu yıl üçüncü sınıfa geçmişti Melek. Annesinin bütün planları ona göre yapılırdı. Her şey onun etrafında dönerdi. Kıymetlisiydi tüm ailenin. Bir dediği iki edilmezdi.    Yazın sıcak oluyor diye salonun ortasına şişme havuz bile kurmuştu annesi. “Yeter ki o mutlu olsun” derdi. Tırnağına taş değse yeri göğü inletirdi. Sınıfa girer girmez yeni gelen öğretmene kendisini tanıttı. Gayet sevimli güler yüzlü tavırları vardı. Fakat kısa zamanda öğretmen hanım gerçeği anlamıştı. Güler yüzün arkasındaki niyeti, evdeki gibi sınıftaki hâkimiyetini kaybetmemek içindi. Annesi; Melek...